Photo Sharing and Video Hosting at Photobucket █I▓▐►●●●мαηηαg●●●◄▐▓I█I▓▐►●●●ѕαмєt●●●◄▐▓
www.htmlkod.tr.gg
Cursors
>>>M-9-H<<<
   
  EDEBİYAT&DIL ANLATIM
  OLAY ÇEVRESİNDE OLUŞAN EDEBI METINLER
 
OLAY ÇEVRESİNDE OLUŞAN EDEBÎ METİNLER
            Edebiyat alanı içerisinde yer alan metinler kesin çizgilerle olmamakla beraber sanat eserleri ve düşünce eserleri olmak üzere ikiye ayrılır. Sanat eserleri, sanatçıların duygu, düşünce ve hayal dünyasından beslenen, imge ve izlenimlerle zenginleşen eserlerdir. Şiir, masal, hikâye, roman, tiyatro, sinema vb. bu grupta yer alan eserlerdir. Herhangi bir konuda bilgi vermek, okuyucuyu aydınlatmak amacıyla yazılan makale, fıkra, deneme, eleştiri, söyleşi gibi eserlere düşünce eserleri denir. Öte yandan anı, günlük, mektup gibi türlerde sanatçının anlatımındaki üslubuna göre sanat eseri ya da düşünce eseri sayılabilir. Bunlardan sanat eserleri bir olay çevresinde gelişirse kendi arasında anlatmaya bağlı sanat eseri ve göstermeye bağlı sanat eseri olmak üzere ikiye ayrılır. Masal, destan, hikâye, roman, halk hikâyeleri anlatmaya; komedi, trajedi, dram Karagöz, meddah, orta oyunu gibi türler de göstermeye bağlı sanat eserlerini oluşturur.
Anlatmaya bağlı eserler ile göstermeye bağlı eserler bazı bakımlardan benzerlikler ve farklılıklar gösterir.
Benzerlikleri:
1.   Her iki tür de bir olay çevresinde gelişir. Bu temel olayın etrafında daha küçük çapta gelişen olaylar yer alır.
2.   Her iki türde de insanların başlarından geçen ya da geçebilecek nitelikteki olaylar gösterilir.
3.   Olaylar belirli bir zaman diliminde geçer.
4.   Anlatılan olaylardan etkilenen insanlar ya da varlıklar vardır. Bunlara eserin kahramanları denir. En çok etkilenen varlığa eserin başkahramanı denir.
5.   Olayın serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur. Yani olayın bir başlangıcı, gelişmesi ve sonunda da çözümlenişi vardır.
6.   Ele alınan olayların anlaşılması için tasvirlere ya da dekorlara yer verilir.
7.   Metinlerin bir yazarı vardır.
Farklılıkları:
1.   Anlatmaya bağlı türlerde olayın mutlaka bir anlatıcısı vardır. Bu anlatıcı olayı ilahî bakış açısıyla, kahramanın bakış açısıyla ya da gözlemci bakış açısıyla anlatır.
2.   Göstermeye bağlı eserlerde, sosyal hayatta karşılaşabileceğimiz olaylar sahnede gösterilir.
3.   Eserdeki olaylar aktör (erkek oyuncu), aktris (bayan oyuncu) adı verilen oyuncular tarafından canlandırılır. Sosyal yaşamın ve insan karakterinin eleştirisi yapılır.
4.   Bu iki tür arasında kullanılan dil ve anlatım biçimi de birbirinden farklıdır. Anlatmaya bağlı eserlerde uzun ve kurallı cümleler kullanılırken göstermeye bağlı eserlerde günlük konuşma dili kullanılır. Cümleler daha açık ve kısadır. Söylenen sözün izleyici tarafından anlaşılması beklenir, bunun için daha açık ve kısa cümleler kullanılır. Konuşma dilinin canlılığı sahnede yansıtılır.
          Anlatmaya bağlı edebî metinler kurmaca ürünü olan metinlerdir. Masal, hikâye, roman vb. türler yazarın kurgusu sonucu oluşmuştur. Bu tür metinler anlatıcının bakış açısından ortaya konmaktadır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde genel olarak üç tür bakış açısı kullanılır.
1.   İlâhî Bakış Açısı:
2.   Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı:
3.   Gözlemci Figürün( Anlatıcının) Bakış Açısı:
       Bir edebî metinde birden fazla bakış açısıyla yazılmış bölümler bulunabilir. Aynı konu farklı biçimlerde anlatılır. Aynı manzarayı izleyenler farklı noktalara dikkat ederler; farklı biçimde konu olarak ele alınır.
ANLATMAYA BAĞLI EDEBÎ METİNLER
 Masal: Olağanüstü olaylarla süslü, olağanüstü kişilerin başlarından geçen olayları anlatan eserlere masal denir. Masallarda genelde olayların geçtiği yer ve zaman belli değildir. Masal bir ana olay çevresinde daha küçük çaplı olaylar ve çatışmalar ile gelişir. Anlatımda iç uyaklara (seci) yer verilir. Abartılı olaylarla süslenir. Masallar kişilerin özellikle çocukların hayal dünyalarını geliştirir, güçlendirir. Kişilerinden bir kısmı; devler, periler, cinler, ejderhalar vb. doğaüstü yaratıklardır.
Masallar üç bölümden oluşur:
1) Döşeme: Genelde bir varmış bir yokmuş, diye başlayan bölüme döşeme adı verilir.
2) Asıl Bölüm:Asıl olayın anlatıldığı bölüm de kendi arasında giriş, gelişme ve sonuç olmak üzere üçe ayrılır
3) Dilek:Masalda her şeyin güzel bir sonucu bağlandığı bölüm dilek bölümüdür. Bu bölüm genellikle "Gökten üç elma düştü." diye bir tekerleme ile biter.
Masallarda genelde iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin savaşımı işlenir ve sonuçta iyiler kazanır, kötüler cezalandırılır. Masallar genelde duyulan geçmiş zamanla anlatılır. Başında, ortasında ve sonunda söylenen kalıplaşmış sözlere tekerleme adı verilir. Masallarda gençliğe toplumun düşünüş tarzı, zevki kuşaktan kuşağa aktarılır. Bölgeden bölgeye yayılır. Her bölgede farklı bir kimlik kazanır. Edebiyatımızda; Bin bir Gece Masalları, Keloğlan Masalları, Kül Kedisi gibi pek çok masal örneklerine rastlanır. Türk masalları, Pertev Naili Boratav, Eflatun Cem Güney vb. başka yazarlarca derlenmiştir.
Masalların Genel Özellikleri
Gerçekte var olmayan, hayali olaylar üzerine söylenir.
Söyleyeni belli değildir, yani masallar anonim ürünlerdir.
Yer ve zaman kavramları belirsizdir.
Olağanüstü öğelere yer verilir.
İyi – kötü, alçakgönüllü – gururlu vb. karşıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadeleleri işlenir.
Masal kişiler: İnsanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri vb. varlıklardır.
Masallarda, ulusal ve dini niteliklere genelde yer verilmez.
Genelde didaktik (eğitici) nitelik taşır.
Belli bir üslupla söylenir:”Bir varmış Bir yokmuş…”,Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…”,”Onlar ermiş muradına…”,”Gökten üç elma düştü…”vb.
 Günümüzde söyleyeni belli olan yapma masallar da vardır.
 
 
 
A.DESTAN(EPOPE)Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları ve bu olaylarda kahramanlık gösterenleri, olağanüstü nitelikler taşıyacak şekilde anlatan uzun manzum ve mensur edebî eserlere destan adı verilir. Destanların bir kısmı evrenin, dünyanın, insanın nasıl oluştuğunu anlatır. Bir kısmı ise, konularını tarihten, toplumu derinden etkileyen olaylardan alır. Türk edebiyatında olduğu gibi dünya edebiyatında da ilk edebi verimler olarak destanlar karşımıza çıkar. Destanlar ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat ürünleridir. Bu tür edebî eserler tabiî afetler (deprem, bulaşıcı hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın vb.), göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir.   Ulusları derinden etkileyen tarihi ve sosyal olayları konu alan destanlar, ulusların ilk dönemlerine ait olup toplumun ortak hafızasında zenginleştirilerek günümüze kadar taşınmıştır. Türk edebiyatı geleneği içinde “destan” terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Türk edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikayeler, anonim edebiyatta ve aşık edebiyatında koşma veya mani dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdi, sosyal, tarihi, acıklı veya gülünç olayları çeşitli üsluplarla aktaran nazım türüne de destan denmiştir.   Konumuz olan destan; insanlığın, milletlerin yaradılışını, gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini açıklayan ve batı edebiyatında epope terimiyle anılan terimlerdir.   Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarihi olayını millet zihninde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikâyelerdir.   Destanlar; bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler ,kurallar,anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının en ulusal eserleri olarak kabul edilir.
Destanların genel özellikleri:
1.   Anonimdirler.
2.   Genellikle manzumdurlar. Az olmakla beraber nazım-nesir karışık olan destanlar da vardır. Bazıları, manzum şekilleri unutularak günümüze nesir hâlinde ulaşmıştır.
3.   Olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir.
4.   Destan kahramanları olağanüstü özelliklere sahiptir.
5.   Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temalar işlenir.
Bir edebiyat türü olan destan, zamanla asıl anlamını yitirmiş, âşık edebiyatında savaşları, ünlü kişileri, gülünç olayları anlatan eserlere de destan denilmiştir.
Milli Bir Destanın Özellikleri:
a. Yazarı bütün toplum, yani anonimdir.
b. Olaylar bir kahramanın çevresinde gelişir.
c. Konu toplum hayatıyla ilgilidir.
ç. Manzumdur.
d. Destanlar tarihle ilgilidir, fakat tarih değildir.
e. Destanlarda belli bir coğrafya vardır.
f. Destan kahramanları soylu insanlardan oluşur.
g. Destanlarda olağanüstü olaylar görülür.
ğ. Zaman bakımından uzun atlamalara rastlanır.
                                 Destanlar, oluşturulma biçimlerine göre 2 kısma ayrılır:
 1.DOĞAL DESTANLAR
     Toplumları derinden sarsan bir olaya bağlı olarak kendiliğinden oluşan ve toplumun ortak malı (anonim)olan destanlardır. Doğal destanlar, yazının henüz kullanılmadığı dönemlerde doğmuş ve sözlü geleneğe bağlı olarak nesilden nesle aktarılmıştır.
 Doğal Destanın Genel Özellikleri
 Halkın ortak kültür ürünleridir.
 Şiir-düz yazı karışık olan destanlarda vardır ancak destanlar genelde manzumdur.
 Gerçek ve gerçek dışı unsurlar iç içedir.
 Kahramanlar, fiziksel ve karakter özellileriyle olağanüstü özellikler de taşırlar.
 Gerçek bir olaya bağlı olarak doğduğundan destanlarda anlatılan olayların zamanı aşağıda yukarıda bellidir.
 Destanlar çok uzundur.
Doğal Destanların Oluşum Aşamaları
Çekirdek Olay (Oluş Dönemi): Bir ulusu derinden etkileyecek; savaş, doğal afet, deprem, kıtlık vb. bir olayın ortaya çıkmasıdır.
Yayılma Dönemi: Toplumu derinden etkileyen bu olay karşısında insanları bulundukları zor durumdan kurtaracak olağanüstü özelliklere sahip bir kahraman ortaya çıkar. Bu olaylar, sözlü geleneğe bağlı olarak kuşaktan kuşağa aktarılır.
Destanlar, çıkış noktası itibarıyla gerçekliğe dayanır ancak sözlü geleneğe bağlı olarak yayılırken olağanüstü ve gerçek dışı birçok unsur destanlara eklenir.
Derlenme Dönemi: Destan, yazının kullanılmaya başlandığı dönemde bir halk ozanı tarafından derlenip şiirselleştirilir. Bu aşamada derlemeci de aslında destanda bulunmayan bazı unsurları destana ekleyebilir.
2. YAPMA DESTANLAR
Bir ozanın, toplumu etkileyen bir olayı destan kurallarına bağlı olarak yazmasıyla oluşan destanlardır. Yeniçağlarda oluşturulan bu destanların yazarları bellidir. Yapma destanlar, yazarının üslup özelliklerini yansıtır.
TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATINDAKİ ÜNLÜ DESTANLAR
A-)DOĞAL DESTANLAR
1-)TÜRK DESTANLARI
A-)İSLAMİYET’İN KABULÜNDEN ÖNCE
1.ALTAY-YAKUTLARA AİT DESTANLAR
Yaratılı Destanı
2.SAKALARA AİT DESTANLAR
a-)Alp Er Tunga Destanı
b-)Şu Destanı
3.HUNLARA AİT DESTANLAR
a-)Oğuz Kağan Destanı
b) Attila Destanı
4.GÖK TÜRK DESTANLARI
a-)Bozkurt Destanı
b-)Ergenekon Destanı
5-UYGURLARA AİT DESTANLAR
a-)Türeyiş Destanı
b-)Göç Destanı
2-) DÜNYA DESTANLARI
1.) Gılgamış Destanı-:SÜMERLER,    2.) İlliada ve Odysseia Destanları: YUNANLILAR,     3.) Şehname: İRAN ,       4.) Kalevela:- FİN
5.) Mahabarata ve Ramayana: HİNT,   6.) Şinto- :JAPON,               7.) İgor- :RUS,                  8.) Nibelungen- :ALMAN
9.) Chansen ve Röland- :FRANSIZ,     10.) Boewulf- :İNGİLİZ ,   11.) La Cid- :İSPANYA
B-)YAPMA DESTANLAR
DÜNYA DESTANLARI
1.Aeneis,   2.Henriade,     3.Kaybolmuş Cennet-,    4.Kurtarılmış Kudüs- TASSO,    5.Çılgın Orlando , 6.İlahi Komedya                                               
 
B-)İSLAMİYETİN KABULÜNDEN SONRA
1. Karahanlı Dönemi: Abdülkerim Satuk Buğra Han Destanı
2. Kırgız: Manas Destanı
Not: Kırgız Türklerinin Manas Destanı XI.-XII. yüzyıllarda oluşmuş, bir destandır. İslâmiyet öncesi Türk kültüründen izler taşımakla birlikte, İslâmî unsurlar daha ağır basmaktadır.
3. Türk-Moğol: Cengiz-name
4. Tatar-Kırım: Timur ve Edige Destanları
5. Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri:
a. Seyyid Battal Gazi Destanı
b. Danişmend Gazi Destanı
c. Köroğlu Destanı
YAKIN DÖNEMTÜRK DESTANLARI
1.Çanakkale Destanı- Çanakkale Şehitleri Destanı
3.Üç Şehitler Destanı
4.Kuva-yı Milliye Destanı                           
Destanlarla masalların farkı
Destanlar belli bir gerçekliğe dayanır, masalar ise tamamen hayal ürünüdür.
Destanlar ulusal nitelik taşır, masallar ise evrensel öğe ve değerlere bağlı olarak oluşur.
Masallarda; padişahlardan. Sultanlardan saraylardan söz edilmesi bu ürünlerin yerleşik hayata geçmiş toplumların ürünü olduğunu göstermektedir. Destanlar ise daha eski dönemlere aittir.
HALK HİKÂYELERİ
Destanların zaman içinde değişime uğramış biçimleri sayabileceğimiz halk hikâyeleri gerçeğe daha yakın olmaları bakımından destandan ayrılırlar. Anonimdirler.
Aşk, kahramanlık gibi konuları şiir ve düz anlatım olarak âşıkların saz eşliğinde anlatıp söylemeleridir.(düz anlatım içinde yer alan şiirler, saz eşliğinde türkü gibi söylenir.)
Halk hikâyeleri, hikâye türünün en eski ve ortak(anonim)olanlarıdır.
Halk hikâyeleri, oluşum şekilleri yönüyle destanlara benzer. Önce toplumu etkileyecek bir olay olur, bu olay sözü geleneğe bağlı olarak saz eşliğinde nesilden nesle aktarılır. Bu aktarma sırasında hikâyeleri anlatanlar hikâyenin bazı kısımlarına türkü eklerler. Sonunda da saz şairleri bu olay etrafında oluşan ve anlatmaya bağlı bu ürünleri düzenleyerek halka açık yerlerde anlatırlar. Masallarda zaman, hayalidir ancak halk hikâyelerinde zaman(belirsiz olmasına karşın)gerçektir.
Halk hikâyelerinde iyiler her zaman iyi, kötüler ise her zaman kötüdür; kişiler, tek yönlü oldukları için tip özelliği taşımaktadır.
Halk hikâyelerinin anlatıcısı; her şeyi gören, bilen(ilahi) bakış açısına sahiptir.
Halk hikâyesi anlatmak bir uzmanlık bir ustalık işidir. Hikâyeleri anlatan âşıklara kıssa-han da denir. En tanınmış halk hikâyelerinin arasında şunları sayabiliriz; Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre vb.
Halk hikâyelerinde şiirle düzyazı iç içedir.
Halk hikâyeleri konularına ve kapsamlarına göre sınıflandırılır:
1.) Konularına Göre: Tek olay çevresinde gelişen halk hikayeleri olduğu gibi, kişi ve olay sayısı çok halk hikayeleri de vardır. Bu hikayeler âşıklar ve yaşlılar tarafından anlatılır. Halk hikâyeleri konuları yönünden dört grupta incelenebilir.
     a.   Aşk Hikayeleri: Aşk hikâyeleri, âşık geleneğinin tüm özelliklerini en iyi yansıtan hikâyelerdir. Bunların kahramanları kimi zaman gerçekten yaşanmış olan âşıklardır ve hikâyenin konusu da onların yaşam öykülerinden alınmıştır. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif  ile Mahmut...
     b.   Dini-Tarihi Halk Hikayeleri: Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili diğer hikayeler...
     c.   Kahramanlık Hikayeleri:
Konusu kahramanlık olan bu hikayelerin en tanınmışı “Köroğlu” hikayesidir. Doğu Anadolu’nun kimi hikâyecilerine göre Köroğlu hikayeleri 24 kol tutarındadır. Köroğlu Hikayesi
    d.   Destanî Halk Hikâyeleri: Dede Korkut Hikayeleri
2.) Kapsamlarına Göre
      A.Tek bir olay çevresinde örülmüş, basit yapılı, anlatımı yaklaşık bir iki saat süren hikâyelerdir. Bunlar çoğunlukla konularını bir efsaneden, masaldan ya da gerçek yaşamdan alır.
     B.Kahramanları kalabalık ve konuları art arda sıralanmış olaylardan oluşan, uzun hikâyelerdir. Bunların anlatımları bir gece sürdüğü gibi, beş veya yedi gece sürenleri de vardır.
NOT: Halk hikayeleri, destan ile roman arasındaki aşamanın ürünüdür.
NOT: Destan geleneğinden Halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünü Dede Korkut Hikayeleri’dir. Bu nedenle
Dede Korkut Hikayeleri özel bir önem taşır.

Dede Korkut Hikayelerinin en önemli özellikleri şunlardır:
1)   Asıl adı “Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan” şeklindedir.
2)   12, 13 ve 14. yy.da Doğu Anadolu’da ve Azerbeycan’da yaşayan müslüman Oğuz boylarının geleneklerini, göreneklerini, iç mücadelelerini, doğa üstü güçlerle, yaratıklarla savaşmalarını ele alır.
3)   14. ve 15. yy.da yazıya geçirilmiştir. Bu konudaki yaygın kanaat hikayelerin 14.yy.’da yazıya geçirildiği şeklindedir. Hikayelerin kimin tarafından yazıya geçirildiği bilinmemektedir.
4)   Toplam on iki hikayeden oluşur.
5)   Şiir ve düzyazı (nazım-nesir) karışık oluşturulmuştur.
6)   Hikayelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür.
7)   Çok temiz, güzel ve zengin bir kullanılmıştır.
8)   Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder.
9)   Hikayelerde en önemli meziyet kahramanlıktır.
10)   Aileye, çoğalmaya, kadına, çocuğa ve çocuk terbiyesine büyük önem verilir. Kadınların ailenin en önemli unsuru olduğu vurgulanır. Önsözünde dört ayrı tadın tipi çizilir.
11)   Bütün hikayelerde dini unsurlar (namaz kılma, dua etme, arı sudan abdest alma) görülür.
12)   Kahramanlar dövüşlerini, Allah ve peygamber sevgisi için yapar.
13)   Türk milletinin karakteristik özellikleri; doğruluk, adelet, güzellik yüceltilir.
14)   Misafirperverlik ve cömertlik insanların ortak özelliğidir.
15)   At, ağaç, su, yeşillik kısaca tabiat çok sevilir.
16)   Kahramanların en büyük yardımcısı atlardır.
17)   Kadınlar, eşlerine karşı aşırı saygılı ve itaatkârdır. Eşler de kadınlarına önem verir, iyi davranır.
18)   Hikâyelerde, birçok öğüt vardır. Bu nedenle bu hikayeler didaktiktir.
19)   Hikayelerde yaşanan olayların tarihi bilgilerle ilgisi vardır.
20)   Hikayelerde geçen ve hikayeler adını veren Dede Korkut; yaşlı, herkesin saygı gösterdiği, hakanların bile akıl danıştığı, çocuklara isim koyan, eğlencelerde kopuz çalıp şiirler söyleyen, kırgınlıkları gidermede aracılık eden kişidir.
Mesnevi
Mesnevi: Türk edebiyatında anlatı türünde batı tarzı yazılmış hikâye ve roman yoktur. Ancak bu türleri karşılayan divan edebiyatında Leyla vü Mecnun, Hüsrev-i Şirin, Yusuf u Züleyha ile Âşık Garip, Arzu ile Kanber, Battal Gazi vb. tarzında dinî tasavvufî nitelikli hikâyeler vardır.
Mesneviler de halkın anlatı ihtiyacını karşılamak üzere yazılmış eserlerdir.
Mesnevi, divan edebiyatı nazım biçimlerindendir. Beyitlerle yazılır ve her beyit kendi arasında uyaklıdır. Yani beyitler arasında gazelde olduğu gibi uyak birliği yoktur. Bu nedenle uzun konuları işleme olanağı vardır. Genellikle okuyucuyu sıkmaması için aruz ölçüsünün kısa kalıpları kullanılır. Mesnevi, divan edebiyatında bulunmayan hikâye ve roman türünü karşılamaktadır. Beyit sayısı sınırlı değildir. Mesnevi, İran'da kurulmuş ve oradan bize geçmiştir. Kurucusu da aslen Türk olan Genceli Nizamî'dir. Nizamî arka arkaya beş tane mesnevi yazmıştır. Divan edebiyatında beş tane mesneviye "hamse" denir. Bütün divan şairleri hamse (beş tane mesnevi) yazmak için uğraşmışlardır. Türk edebiyatında da Süleyman Çelebi, Şeyhî, Fuzûlî, Nâbî ve Şeyh Galip gibi sanatçılar mesnevi yazmışlardır.
*Beş mesneviden oluşan eserlere hamse denir.
*Hamse sahibi başlıca şairlerimiz şunlardır: Ali Şir Nevai, Taşlıcalı Yahya, Nev’izade Atayi …
*Türk edebiyatının ilk uzun mesnevisi XI. Yüzyılda Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig (kutlu olma bilgisi) adlı eseridir.
Tam bir mesnevide şu bölümler bulunur:
1.   Manzum ya da mensur Dibâce (Önsöz),   2.Tevhid,   3. Münacat,    4.   Naat, 5. Miraciye, 6.Dört halifeye övgü, 7.   Methiye
8.   Sebeb-i Telif (Yazılış sebebi), 9.   Âgâz-ı Dâsitan (Asıl konunun anlatıldığı bölüm),    10.   Hatime (Sonsöz)

Mesneviler işlediği konular bakımından şu türlere ayrılır:
a.   Cenk destanları mesnevisi: Savaş ve kahramanlık olaylarını şairin duygu ve düşüncesine göre işleyen mesnevilerdir. “Gazavatname” denir. İran edebiyatında Firdevsî'nin "Şehname" adlı eseri bu tür mesnevidir.
b.   Aşk hikâyeleri mesnevisi: İslâm dünyasının ortak ürünü olan aşk hikâyelerini konu alan mesnevilerdir. Şeyyad Hamza'nın "Yusuf u Züleyha", Fuzuli’nin "Leyla vü Mecnun" adlı mesnevileri bu tür eserlerdendir.
c.   Dinî ve tasavvufî konulu mesnevi: Din ve tasavvuf konularını işleyen mesnevilerdir. Mevlana'nın "Mesnevi" adlı eseri ile Süleyman Çelebi'nin "Vesiletü'n Necat (Mevlit)" adlı mesnevileri bu türe girmektedir.
ç. Ahlaki ve didaktik mesnevi: Bilgi ve öğüt vermek amacıyla yazılan mesnevilerdir. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın "Kıyafetname" ile Nabi'nin "Hayriyye-i Nabi" adlı eserleri bu türe girer.
d.   Şehrengiz mesnevi: Padişah ya da devlet büyüklerinden birinin bir şehri ziyaretini veya şairin kendi şehrinin güzelliklerini anlatan mesnevilerdir. Lami'nin "Şehrengiz-i Bursa" ile Enderunlu Fazıl’ın “Zenanname” adlı mesnevisi bu tür bir eserdir.
e. Mizahî konulu mesnevi: Toplumsal sorunları mizahî bir dille eleştiren mesnevilerdir. Şeyhî’nin “Harname” adlı mesnevisi bu türe girer.
Aşk konusu:[Leyla vü Mecnun (Fuzuli), Yusuf ile Züleyha (Taşlıcalı Yahya), Cemşid ü Hurşid (Ahmedi) vb.],
Didaktik konuları:[Hayriye (Nabi)],
Dini ve ahlaki konular:[Mesnevi (Mevlana Celaleddin Rumi), Hüsnü Aşk (Şeyh Galip), Mevlid (Süleyman Çelebi)…] vb. işlenmiştir.
 
Türk Edebiyatındaki Önemli Mesnevilerden Bazıları
Kutadgu Bilig                                         :Yusuf Has Hacib
Risaletü’n Nushiyye                             :Yunus Emre
İskender-name, Cemşid ü Huşrid          : Ahmedi
Mantıku’t Tayr                                     : Gülşehri
Garip-name                                          :Aşık Paşa
Yusuf u Zeliha                                       : Şeyyad Hamza
Mevlid (Vesiletü’n Necat)                     : Süleyman Çelebi
Harname, Hüsrev ü Şirin                       : Şeyhi
Leyla vü Mecnun, Beng ü Bade            : Fuzuli
Hayriye, Hayrabad, Sür-name               : Nabi
Hüsn ü Aşk                                           : Şeyh Galip
  
MANZUM HİKÂYE
Kişiler, zaman ve mekân etrafında gelişen, olay örgüsünü şiir şeklinde anlatan nazım biçimidir. Manzum hikâyelerde genelde sosyal ve ahlaki olaylar işlenmiştir. Şiirin düz yazıya yaklaştırılması, anlamın beyit dışına taşması, konuşma cümlelerinin bulunması manzum hikâyelerin önemli özelliklerindendir.Eski edebiyatımızda uzun hikâyeler mesnevi türü ile yazılırdı. Tanzimat’tan itibaren ortaya çıkan manzum hikâye türü kafiyeli ve redifli, şiir biçiminde hikaye yazmak amacını güder.Manzum hikayelerde şairler ya bir olayı anlatırlar, ya da öğüt vermek gayesini güderler.Bu tür için ilk adımları Recaizade Mahmud Ekrem ile Muallim Naci atmıştır.Bu tür Servet-i Fünun döneminde en etkili hale gelmeye başlamıştır.En büyük iki temsilcisi Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy’dur.Tevfik Fikret’in Balıkçılar ve Hasta Çocuk gibi önemli manzum hikayeleri vardır.Mehmet Akif Ersoy’un ise Küfe, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi, Hasta gibi önemli manzum hikayeleri bulunmaktadır.M. Akif Ersoy ve T. Fikret dışında Beş Hececiler de manzum hikaye denemeleri yapmışlardır. Bunun dışında Türk şiirinin babası sayılan Yahya Kemal de manzum hikayeler yazmıştır. Onun “Nazar”  şiiri en güzel manzum hikayelerden bir tanesidir.
Orhan Veli Kanık'ın Nasreddin Hoca'nın bazı fıkralarını nazımla  yeniden işlediği eseri "Nasreddin Hoca Hikâyeleri" de manzum hikâyenin güzel örneklerindendir. Manzum hikayeler genellikle bir çevre tasviriyle başlar, o çevrenin kişileri tanıtılır. Sonra olay anlatılır. Amaç okuyana bu bölümde ders vermektir. Bir hikaye gibi sonlandırılır. Manzum hikayeler düşündürücüdür, eğiticidir.Manzum hikayede her olay işlenebilir. Sıradan olaylar, sosyal olaylar vs.Manzum hikayeler dörtlük şeklinde yazılabilir, beyit şeklinde de yazılabilir.Mensur hikayeden (düzyazı) hiçbir farkı yoktur. Kişiler, zaman, mekan, olay bu hikayelerde de vardır. Tek farkı şiirselliktir. Dizelerdir. Kafiye ve rediftir.
 
HİKAYE (ÖYKÜ)
Yaşanmış ya da yaşanabilecek olayların okuyucuya estetik zevk verecek şekilde kurgulanmasıyla oluşan kısa yazılara denir.
Öyküde, bir olay ya da durum kişi, yer ve zamana bağlı olarak ele alınır. Öyküler kısa yazılar olduğundan bu unsurlarda da ayrıntıya girilmez.
Tanımdan da anlaşılacağı gibi bir öyküde olay ya da durum söz konusu olmalı. Bu, kişilere bağlanmalı; olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtmeli; bunlar sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla ortaya konulmalıdır.
Dünya edebiyatında Rönesans’ tan sonra G. Boccacio(Bokasyo), “Dekameron Öyküleri” isimli eseriyle öykü türünün ilk örneğini vermiştir.
XVIII. Yüzyılında Voltaire (Volter), öykü türünde ürünler verir. İnsan dışı yaratıkları ve olamayacak olayları da öykülere taşır.
Asıl öykü, XIX. Yüzyıl sonralarında realistlerle başlar. Alphonse Daudet (Alfons Dode), Guy de Maupassant (Guy Dö Mopasan) gibi Fransız yazarlar öykü türünün önemli örneklerini vermişlerdir.
Türk edebiyatında Batıllı anlamda öykü 1870’ ten sonra görülmeye başlar. İlk öykü denemesi, Emin Nihat’ ın “Müsameretname”sidir (1873). On iki parçadan oluşan bu eser, uzun kış gecelerinde eş ve dosttun anlatıldığı öyküler biçimindedir; bu yönüyle Bin Bir Gece Masalları ve Dekameron Öyküleri‘ nin hatırlatır.
Batılı anlamda ilk öykü örneklerini Ahmet Mithat Efendi, Letaif-i Rivayat (1880-1890) adlı eseriyle vermiştir.
Samipaşazade Sezai Küçük Şeyler ile Nabizade Nazım da Karabibik adlı eseriyle bu türün ilk örneklerini vermişlerdir.
Batı tarzı öykünün ilk olgun örneklerini Servet-i Fününcular vermiştir. Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Rauf gibi yazarlar, Maupassant tarzına öyküler yazmışlardır.
Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar bu türü devam ettirmişlerdir. Ayrıca Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balıkçısı ( Cevat Şakir Kabaağaçlı), Sevinç Çokum, Orhan Kemal, Bekir Yıldız, Kemal Tahir, Fakir Bayburt, Mustafa Kutlu, Necati Cumalı, Adalet Ağaoğlu, Tarık Buğra gibi sanatçılar öykü türünde eserler vermişlerdir.
HİKÂYE(ÖYKÜ) ÇEŞİTLERİ: Öyküler oluşumlarına göre iki kısma ayrılır:
 Olay (Vak’a)Öyküsü        
Bu tür öykülere klasik vak’a öyküsü de denir. Olay öykülerinde olaylar zinciri;kişi.zaman,yer öğelerine bağlıdır.
Olaylar; tüm tezli eserlerde olduğu gibi serim, düğüm, çözüm sıralamasına uygun olarak anlatılır. Olay, zamana göre mantıklı bir sınama içinde verilir. Düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde giderilir. Bu teknik Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından geliştirdiği için bu çeşit öyküler Maupassant tarzı öykü de denir.
Türk edebiyatında Maupassant tarzı öykülerin en önemli temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
Durum(Kesit)Öyküsü
Bu tür öykülere olay, merak öğesi ikinci planda kalır. Kişisel ve sosyal düşünceler, duygu ve hayaller ön plana çıkar. Olay, ya hiç anlatılmaz ya da sezdirir. Durum öyküsü Rus edebiyatının önde gelen isimlerinden Antony Çehov tarafından geliştirmiştir.Bu nedenle bu tür öykülere Çehov tarzı öykü denir. Çehov tarzının en önemli temsilcisi Sait Faik Abasıyanık’tır.
 
Hikâyede Plan: Hikâyede anlatılan olayın mantıksal bir gelişiminin sağlanması için iyi bir planlamanın yapılması gerekir. Planlama ile okurun ilgisi hikâye sonuna dek canlı tutulur. Hikâyede; serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
Serim bölümü: Olayın geçtiği ortamın ve kişilerinin tanıtıldığı, yer ve zamanın belirtildiği bölümdür. Olay ve olay kişilerinin betimlemesi bu bölümde yapılır.
Düğüm bölümü: Bu bölüm başlayan olayın ne şekilde gelişeceğinin belirlendiği bölümdür. Bu bölümde olaylar gelişir ve merak ögesi yoğunlaşır.
Çözüm bölümü: Hikâyede ele alınan olayın sonuçlandığı bölümdür. Olaylar sona erer, yazarın amacı anlaşılır, olaylar çözümlenir.

 HİKÂYENİN UNSURLARI
 Kişiler:Öyküdeki olayları ya da durumları kişi veya kişiler yaşar.Öyküde kişi sınırlıdır.
Öyküdeki kişilerin fiziksel ve psikolojik durumları uzun uzun anlatılmaz; sadece olayla ilgili belirgin yönleri verilir.
Öykü kişileri yalnızca insanlar arsından seçilmez. Canlı,cansız bütün varlıklar öykünün kişisi olabilir.
Olay:Öykü kahramanın başından geçen olay veya durumdur.Öyküde belirli bir düzen içinde verilen olay veya durumdur. Öyküde belirli bir düzen içinde verilen olay tektir ve ayrıntılardan arındırılmıştır.
Durum öykülerinde olay yok denecek kadar belirsizdir.Bu tür öykülerde yazar,olaydan çok, gözlem ve izlenimleri anlatır.
 Zaman:Olayların başlaması, gelişmesi, son bulması belli bir zamanda olur.
Bazı öykülerde zaman verilmez, sezdirilir. Öykücü zamanı bir düzen içinde veremeyebilir.Olayın veya durumun son bulmasından başlayarak olayın başlama noktasına doğru gelinebilir.
Yer(Mekân):  Öykülerde olay veya durum belli bir yerde geçer. Çevre, uzun betimlemelerle verilmez; öyküyü ilgilendiren yönüyle verilir.
DİL ve ANLATIM
Öyküde akıcılığı sağlayan dildir Buda yazarın dili kullanma yeteneğidir Dilin kullanımı yazardan yazara değişir çünkü her yazarın üslubu farklıdır .Öykü yada birinci tekil kişinin (ben) ağızdan yada üçüncü tekil şahısın (o)ağızdan anlatılır
 
 ROMAN
Roman: Yaşanmış ya da yaşanabilecek olayları yer ve zaman göstererek estetik zevk oluşturacak biçimde ele alan uzun düzyazı biçiminde yazılmış eserlerdir.
İnsanın veya çevresinin karakterlerini göreneklerini inceleyen serüvenlerini anlatan duygu ve tutkularını çözümleyen kurmaca veya gerçek olaylara dayanan uzun edebi türüdür
 İlk örneklerini 15.y.y. da Fransız yazar Rabelais vermiştir. Ancak asıl niteliklerini Romantizm ve Realizm akımları döneminde kazanmıştır. Roman belli bir olay etrafında gelişir ve olaylar ayrıntılarıyla anlatılır. Çoğu zaman şahıs kadrosu geniştir. Kişiler ayrıntılı olarak tanıtılır. Çevrenin tanıtımına özen gösterilir.
Temsil ettiği akıma göre romantik roman: Natüralist roman, realist roman, post-modern;
Konusuna göre aşk roman: Toplumsal roman, polisiye roman, macera romanı v.s. gibi isimler alır.
           Türk edebiyatında Tanzimat’tan sonra görülür. İlk örneği Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı romanıdır. Batı romanı ölçüsünde en başarılı romanı Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır. Namık Kemal, Mehmet Rauf, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Peyami Safa diğer ünlü romancılarımızdır. Roman edebiyatta yaygın bir türdür. Olmuş veya olması ihtimal dahilinde bulunan olayları, yer zaman ve kişileriyle beraber ayrıntılı bir şekilde anlatmaktır. Uzun tarihi seyri içinde romanın geniş bir okuyucu kitlesi vardır.
            Romanlar, edebiyatın en eski mahsulleri olan destan, masal, efsane gibi anlatmaya dayanan türlerin yüzyıllardan beri devam edegelen gelişimi neticesinde meydana gelmiş bir edebiyat türüdür.Bugünkü roman ve öyküyü anımsatan ilk eser Rönesans’tan önce yazılmıştır Bu eser Giovanni Boccaio    (Ciovanni Bokasyo) nun yazdığı yüz küçük öyküden oluşan Dekameron’ dur.Roman türünün ilk önemli örneği diyebileceğimiz eserde 16. Yüzyıl sonlarına doğru İspanya’ da Miguel De Cervantes (Mişel dö Servantes)’in yazdığı Don Kişot olmuştur.Roman edebiyatımızda Tanzimat Döneminde çeviri yoluyla girmiştir Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon ‘dan çevirdiği Terceme-i Telemak Victor Hugo ‘nun Mağduru Hikayesi Dinel Defoe ‘nun Hikaye-i Robinson adlı eserleri ilk çevrilen eserlerdir.
İLK TÜRK ROMANLARI YAYIM TARİHLERİNE GÖRE ŞUNLARDIR
Taaşşuk-ı Talat Fıtnat Şemsettin Sami         (1872)
Hasan Mellah Hüseyin Fellah Ahmet Mithat (1875)
İntibah  (Sergüzeşti-i Ali Bey) Namık Kemal    (1876)
Sergüzeşt Samipaşazade Sezai                           (1889)
Araba Sevdası Recaizade Mahmut Ekrem        (1889)
Mai ve Siyah Halit Ziya Uşaklıgil                       (1896)
Aşk-ı Memnu Halit Ziya Uşaklıgil                         (1899)
 
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Mithat Cemal Kuntay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Tarık Buğra, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Peyami Safa, Yaşar Kemal, Selim İleri romancılarımızdan bazılarıdır.
 
ROMANIN ÖĞELERİ
   Roman şu öğelerden oluşur.
1)Konu                  2)Kişiler        3) Mekan       4)Zaman              5) Dil ve Anlatım
 
1) Konu (OLAY):Roman kişilerinin yaptığı eylemlere olay denir. Romanda ana olay çerçevesinde pek çok küçük çapta olaylar gelişir. Bu olayların her biri roman kişilerinin bir yönünü tanıtır. Romanda gereksiz olaylara yer verilmemelidir. Gereksiz olay ve ayrıntılar eserin değerini düşürür. Romanlarda konu, bir olaylar silsilesidir. Birbiriyle ilgili ve iç içe geçmiş bulunan bu olaylar romanın konusunu meydana getirir.
 Roman konularının en önemli özelliği olayların ''olabilir'' hissini verebilmesidir. Yani olaylar gerçeğe umalı, gerçek dışı, mantığa aykırı olmamalıdır. Romanlardaki olaylar, bir plana uygun olarak anlatılır:
a)Olayın bir başı,''başlangıcı''bulunur: SERİM (giriş).
b)Olayın geliştirilip açıldığı bir orta bölüm vardır: DÜĞÜM (gelişme).
c)Bu bölüm sonuca doğru çapraşık ve dolaşık bir hal alır. Sonra bu düğüm çözülür, olay tam bir açıklığa kavuşur: ÇÖZÜM (sonuç).
   Romancının dünyası, bu olaylar silsilesinin genişliğine bağlıdır. Olaylar, yazarın gözlediği hayattan alınacağı gibi, tarihten, anılardan, okunan kitaplardan, masallardan da alınabilir. Ne var ki, roman konusu olayların, gerçeğe uygun olması önemlidir.
2)Kişiler: Olayların meydana gelişinde rolü olan kişilerin belirgin niteliği hayattaki kişilere benzer olmasıdır. Roman''yaşanmış ya da yaşanması olanaklı olan hayat olaylarını'' anlattığı için olayları meydana getiren kişilerin de hayattaki kişilere benzemesi gayet tabidir. Romanda anlatılan olayları gerçekleştiren kişilerdir.  Kişilerin olağanüstü nitelikleri yoktur; gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere ya tip ya da karakter olarak benzemelidir. Bunlardan belirli bir sosyal sınıfı ya da eğilimin özelliklerini üstünde taşıyan kişiye tip denir. Cimri tip, içe dönük tip, sevecen tip vb. Karakter ise kendine özgü tutum ve davranışları olan kişidir. Romanda betimlemelerle kişilerin iç ve dış yönleri tanıtılır, çevre ile bağlantıları ortaya konur.
    Roman kişileri karşımıza tip ve karakter olarak çıkar:
   Tip: Belli bir sınıfı ya da belli bir insan eğilimini temsil etmek için yaratılan kişidir. Tip evrenseldir, geneldir. Sevecen tip, alıngan tip, kıskanç tip, içe dönük ve dışa dönük tip vb.
   Karakter: Romanda olumlu, olumsuz yönleri ile verilen, belirli bir tip özelliği göstermeyen kişilerdir. Karakter kendine özgüdür. Temsil özelliğin göstermez.
3) Mekan: Romanlardaki olayların geçtiği, kişilerin olayları oluşturdukları yere ''mekan'' denir. Romanlarda çevre okuyucuya tasvir yolu ile tanıtılır. Romanda yer, olayın kavranmasına, sunulmasına yardımcı olmalıdır. Romanda çevre betimlemeleri, olayla ve olayın kişileriyle ilgili önemli bilgiler verir.
4)Zaman: Her roman olaylardan oluştuğu için bu olayların başlaması gelişmesi ve sonuçlanması gerekir. Romanlar ya içinde bulunduğumuz zamanda geçer ya geçmişte ya da gelecekte geçecek olayları konu olarak alır.
5) Dil ve Anlatım (İfade): ¤ Dil ve anlatım; romanda bakış açısının tutarlılığını ve anlatılanların gerçekliğini belirler. Her sanatçı kendine özgür görüş, anlayış ve anlatış özelliğini ortaya koyar.
¤ Romanda anlatıcı, yazarın kendisi veya romandaki kişilerden biri olabilir. Böylece romanda anlatım ya birinci tekil kişi (ben) ağzından ya da üçüncü tekil kişi (o) ağzından yapılır. Romanlarda öyküleyici anlatımın yanı sıra betimleyici, açıklayıcı, tartışmacı anlatımlara da başvurulur.
 Romanların kuvvetli bir anlatımı olmalıdır. Yazarlar roman yazarken anılarından, kişisel gözlemlerinden ve alınan küçük notlardan yararlanır.

Romanda Plan
Romanda Plan: Romanda ele alınan olayların mantıksal bir gelişimi yapılır. Temel olay çevresinde pek çok küçük olaylar işlendiğinden, kişiler ile olaylar arasındaki ilişkinin kurulabilmesi iyi bir planlama ile olasıdır. Romanda da hikâyede olduğu gibi serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
Serim bölümü: Romana konu olan olaylar ile yer, çevre ve kişilerin tanıtıldığı bölümdür. Bu bölümde olayın geçtiği zaman ile olay kişileri ve çevre betimlemesi yapılır.
Düğüm bölümü: Romanda olayların karmaşık bir hâl aldığı, okuyucunun merakının ve heyecanının yoğunlaştığı bölümdür. Romanda birden fazla düğüm bölümü bulunabilir ve en uzun bölüm bu kısımdır.
Çözüm bölümü: Düğüm bölümündeki olayların çözümlendiği, merak ve heyecanın giderildiği bölümdür. Bazı romanlarda sonuç, okuyucunun hayal gücüne bırakılabilir.
ROMAN ÇEŞİTLERİ
A.) EDEBİ AKIMLARA GÖRE ROMANLAR:
1.   Klâsik Roman: Biçim kusursuzluğuna akla ve sağduyuya dayanan romanlardır.
2.   Romantik Roman: Duyguların ve hayallerin egemen olduğu romanlardır.
3.   Realist Roman: Gerçekçi romanlardır. Yazarlar, eserlerinde kişiliklerini yansıtmazlar.
4.   Natüralist Roman: Dünyayı daha da gerçekçi bir anlayışla ele alır. Natüralist sanatçıya göre dünya bir araştırma lâboratuarı, insan da denektir.
5. Post-modern Roman: Günümüzde yazılan romanların çoğu bu anlayışa bağlıdır.
B ) KONULARINA GÖRE
      1 – Tarihi Roman: Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır.
         İlk örneğini Valter Scott “Vaverley “ adlı eseriyle vermiş. Bunu Gogol ,”Toros Bulba “,     W. Hugo    “Nöturdam de Paris “ , A.  Dumas “Monte Criestove Üç Silahşörler” le takip eder
         Türk edebiyatında ilk örneği N. Kemal’in “Cezmi “ romanıdır.   Nihal Atsız’ın   “Bozkurtlar “; Tarık Buğra “Küçük Ağa “, Küçük Ağa Ankara’da” Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı”,  “Devlet Ana” bu tür romanlardır.
        2 -   Macera Romanı:  Okuru heyecanlandırmayı amaçlayan gerilim ve korku dolu olan, çağdaş bilim verileriyle düş gücünden oluşan, polisiye olaylar üzerine kurulmuş, dedektif serüvenlerinin anlatıldığı ya da aşk konusunun ele alındığı romanlara Macera Romanı denir. Bu tür romanlarda "olay" her şey demektir. Olayların akışına uygun olarak çevre zengin, çeşitli ve değişkendir. Kahramanlar da sürekli hareket halindedir. Macera romanları, okuyucuya hoşça vakit geçirtir. Bu tür romanların kaynağını; gezi kitaplarında anlatılan serüvenlerle destanlardaki kahramanların başından geçen olaylarla ilişkilendirebiliriz.
18. yüzyıl macera romanı yazarları arasında İngiliz yazar Daniel Defoe, Robinson Crusoe romanıyla; 19. yüzyılda Amerikalı Femere Cooper, Casus ve Çizmeli Adam romanıyla; Rudyard Kipling Çengel Kitabı ve Kim romanıyla dünya edebiyatında önemli bir yer tutar. Ahmet Mithat Efendinin, Hasan Mellâh ve Dünyaya İkinci Geliş adlı romanları macera romanının bizdeki ilk örnekleri sayılır.
Günlük hayatta her zaman rastlanmayan,   şaşırtıcı, sürükleyici,   esrarengiz olay-ları anlatan romanlardır     “Serüven Romanları” da denir. Bir araştırma ve izlemeyi anlatan “Polisiye Roman “, alışılmışın dışında uzak yerleri ve yaşamları anlatan” Egzotik Romanlar” da bu gruba )- girer.
       Dünya edebiyatında R. L. Stevensın’ın “Hazine Adası”. D. Defo’nun “Rabinson Cruse” R. Kiplink’in “Cangel”; Türk edebiyatında Ahmet Mithat Efendi’nin “Hasan Mellah “ , “Dünyaya İkinci Geliş”, Peyami Safa’nın “ Cingöz Recai “   bu türün en tanınmış örnekleridir.
       3) Sosyal Roman: İnsan yaşamının sınırsız kültür birikimi içinde yer alan ve insanı derinden etkileyen toplumsal, siyasi olaylar, inançlar, gelenek ve görenekleri bazen eleştirisel, bazen de bilimsel açıdan ele alıp anlatan romanlardır
   Dünya edebiyatında: W. Hugo’nun “Sefiller “, Tolstoy’un “Suç ve Ceza”; Türk edebiyatında N. Kemal’in “İntiba “,R. M. Ekrem’in Araba Sevdası “   Ahmet Mithat Efendinin “Felâtun Bey İle Rakım Efendi”   bu tür romanlardır.
      Bir fikri savunup bilimsel verilerle olaya yaklaşan “Tezli Roman “( Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı gibi.) ; toplumdaki inanç ve gelenekleri anlatan Töre Romanı” ( Halide Edip “ Sinekli Bakkal) bir olayı eleştirisel yaklaşımla anlatan “Yergi Romanı “ (Y Kemal’in İnce Memet “ ) ; belli bir yerin özelliklerini anlatan “Mahalli Roman” sosyal romanın çeşitleridir
       4)- Psikolojik Roman : ( Tahlil Romanı ) :   Dış âlemdeki olaylardan çok, kahramanların iç dünyasını, ruh hallerini ele alarak kişilerin toplumla ilişkilerini, bunların birbirinden nasıl etkilendiklerini anlatan romanlardır. Görünen olaylardan çok, olayların kişi üzerindeki etki ve yansımalarını konu edinen romanlardır. Bu tür romanlarda, ruhun derinliklerine inilir ve bilinçaltındaki gizemli istekler açığa vurulmaya çalışılır.
Madame De La Fayette, “La Princesse De Cieves” (Prenses Dö Kiev) adlı romanıyla çözümlemeli romana ilk örneği vermiştir. Goethe, Paul Bourget, Dostoyevski, Marcel Proust, Franz Kafka, Andre Gide, Albert Camus tanınmış çözümlemeli roman yazarlarıdır. Mehmet Rauf'un, Eylül adlı romanı, Türk edebiyatının ilk çözümlemeli romanıdır. Ayrıca Halit Ziya Uşaklıgil, Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar bu türde eserler vermiştir.
       İlk örneği: Madame de La Fayette’nin   “Prencesse de Clevs”   adlı romandır.
      Bizde Mehmet Rauf’un   “Eylül” ilk örnektir. Peyami Safa’nın   “Matmazel Noralya’nın Koltuğu”,   “Bir Tereddütün Romanı “,   “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu “ bu türdendir.
        5) Otobiyografik Roman: Yazarın kendi yaşamın anlattığı romanlardır. Dünya edebiyatında Alfonse Dode’nin “Küçük Şeyler “ , bizim edebiyatımızda: Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun “Anamın Kitabı “. P. Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” bu türün örnekleridir.
 NEHİR ROMAN: Bir kişinin, bir toplumun hayatındaki gelişmeleri ya da tarihi bir olayı birden fazla cilt halinde anlatan romanlardır.
       Tarık Buğra’’nın “Küçük Ağa”,     “Küçük Ağa Ankara’da” ,   “Firavun İmanı”;  Nihal Adsız’ın “Bozkurtlar “ ,   “Bozkurtların Ölümü”, “Bozkurtlar Diriliyor” romanları gibi.  
6)  Belgesel Roman: Konusunu tarihî olaylardan ve kişilerden alan, gerçek olaylardan yola çıkan, araştırma ve incelemeye dayalı romanlara Belgesel Roman denir. Bu tür romanlarda yazar, tarihî gerçekleri kendi hayal gücü ile birleştirerek anlatır. Böylece bir gerçekler sahnesi olan tarih, okuyucu için ilgi çekici bir hâle gelir. Belgesel roman türünün ilk büyük yazarı Walter Scott’tır. Romantiklerden Victor Hugo, "Notre Damın Kamburu" adlı romanıyla bu türün güzel örneklerinden birini vermiştir.
7.) Tezli (Sosyal) Roman: Toplumsal sorunları konu alan, bu sorunlara ışık tutarak çözüm yolları üreten romanlara Tezli Roman denir.
Sosyal romanın ilk örneği, Victor Hugo'nun, Sefiller romanıdır. Türk edebiyatında Namık Kemal'in İntibah, Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Beyle Rakım Efendi, Samipaşazade Sezai'nin Sergüzeşt, Recaîzade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası, Nabizade Nazım'ın Zehra isimli romanları, sosyal içerikli romanlardır. Daha sonraki dönemlerde, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Memduh Şevket Esendal, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Orhan Kemal gibi pek çok yazarımız sosyal konulan işlemiştir.

Türk edebiyatında modern romanın ilk örnekleri, Tanzimat döneminde görülmeye başlar. Bunlar çeviri eserlerdir. İlk eser, Yusuf Kâmil Paşanın, Fenelon'dan yaptığı Telemague (Telemak) çevirisidir. Daha sonra Victor Hugo'nun, Hikâye-i Mağdurîn (Mağdurun Hikâyesi) adıyla yayınlanan Sefilleri, Daniel Defoe'nun Robenson Hikâyesi adıyla çevrilen Robinson Crusoe'dur.
Edebiyatımızda ilk yerli roman, Şemsettin Sami'nin, Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat (Talat ve Fıtnat'ın Aşkı)'tır, Sonra Ahmet Mithat Efendi, Hasan Mellâh'ı, Namık Kemal, ilk edebî roman kabul edilen İntibah'ı yazmıştır.
Bu öncü yazarlardan sonra Recaîzade Mahmut Ekrem, Araba Sevdasını; Sami Paşazade Sezai, Sergüzeşti yazmıştır.
Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk başarılı roman örneklerini, Servet-i Fünûn sanatçısı Halit Ziya Uşaklıgil vermiştir. Aynı dönemde Mehmet Rauf ve Hüseyin Rahmi Gürpınar da roman türünde eserler vermişlerdir.
II. Meşrutiyet ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar ve Reşat Nuri Güntekin, Türk toplumunun sıkıntılarını, memleket ülküsünü, toplumda kadının yerini, insan sevgisini işleyen romancılarımızdır.
1940'larda yurt ve köy sorunlarına yöneliş başlar. Nurullah Ataç’la dil sadeleşir. Her türlü konuda, çağdaş insanın sorunlarına eğilen yazarlarımız; Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halit Karay, Abdülhak Şinasi Hisar, Memduh Şevket Esendal, Peyami Safa, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Halikarnas Balıkçısı, Necati Cumalı, Oktay Akbal vb.
Köye yönelen sanatçılarımız; Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar, Abbas Sayar vb.
Günümüzde ise, Vedat Türkali, Adalet Ağaoğlu, Attila İlhan, Oğuz Atay, Pınar Kür, Selim İleri, Mehmet Eroğlu, Erdal Öz, Ferit Edgü, Orhan Pamuk, Sevinç Çokum, Buket Uzuner, Ayla Kutlu, Ahmet Altan vb. sanatçılarımızı sayabiliriz.

HİKÂYE ile ROMAN ARASINDAKİ FARKLAR
Hikâye de ''yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları'' anlatan yazılardır. Ancak roman ile hikayenin farkları vardır.
1)Olay Bakımından Ayrılıklar
Romanda olaylar zincir vari birbiriyle ilgilidir. Halbuki hikayede olay tektir.
Hikâyede olayın öncesini ve sonrasını kestirmek okuyucuya bırakılmıştır.
2)Kişiler Bakımından Ayrılıklar
Hikâyelerde kişi azdır. Bu kişiler romanlarda olduğu gibi etraflıca da tanıtılmış değildir.
3)Çevre Bakımından Ayrılıklar
Hikâyelerde çevre dardır. Sınırlıdır. Hikâyede kişiler sınırı geçmez. Çevre uzun tasvirlerle anlatılmaz. Bir kaç çizgi ile göz önüne serilir.
4)Zaman Bakımından Ayrılıklar
Romanlarda sürekli bir zaman akışı hâkimdir. Hikâyede ise zaman bir andan ibarettir.
5)Fikir ve Düşünce Bakımından Ayrılıklar
Hikâyenin de bir amacı varelbet. Ancak bu amaç büyük fikirlerin çözümlenmesine ve derin ruhi incelmelere hikayenin dar çevresi yeterli değildir.
6)Üslup Bakımından Ayrılıklar
Hikâye üslubunda güzellik ve canlılık aranır. Olayı uzatacak tutumdan daima kaçınmalıdır. Hedefe bir anda ulaşma hikayecinin gayesidir. Hikayeci, okuyucuyu hikayeye bağlayabilmek için kuvvetli bir üslup kullanmak mecburiyetindedir.                           

GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBÎ METİNLER
Tiyatro:
Günlük hayatta her an  karşılaşabileceğimiz olayları sahnede göstermek amacıyla yazılan eserlere tiyatro denir. Drama, dramatik edebiyat gibi sözler de tiyatro anlamına gelir. Dilimizde tiyatro sözcüğü sahne eseri, sahne eserlerini oynama sanatı ve sahne eserlerinin oynandığı bina anlamlarında da kullanılır. Tiyatro, olayları dekorlar ve kişiler yardımıyla günlük hayatta olduğu gibi gözümüzün önünde canlandırır. Bunun için hem göze, hem de kulağa hitap eden güzel sanatlardan yararlanır. Söz ve hareketler birbirini tamamlar. Oyuncu ile seyirci bütünleşir. Bu bakımdan edebî türler arasında en canlı, hayata en yakın olanıdır.Tiyatro eserinde başlıca iki öge bulunur: olay ve kişiler. Olay anlatılmaz oyuncular tarafından canlandırılır. Kişiler, olayları yaşayan ya da olaydan etkilenen varlıklardır. Olayları ön planda yaşayan varlığa olayın başkahramanı denir.Tiyatro eserleri de hikâye ve romanda olduğu gibi üç bölümden oluşur: Serim düğüm ve çözüm. Serim (giriş) bölümünde olay ve olayla ilgili kişiler kısaca ele alınır. Düğüm (gelişme) bölümü olaydaki kişilerin çatışması ve çatışmanın merak uyandıracak bir hâl aldığı bölümdür. Çözüm (sonuç) de ise olay bir sonuca bağlanır.
Tiyatro Çeşitleri: Bugünkü tiyatronun kaynağı Antik Yunan Tiyatrosudur. Antik tiyatronun iki türü olan trajedi ve komedinin kaynağı Bağ Bozumu Tanrısı Dionysos adına yapılan törenlerdir. Trajedi ve komedinin ayırıcı özelliklerini Aristoteles ilk kez Poetika adlı eserinde belirtmiştir. İlk örnekleri Antik Yunan edebiyatında görülen trajedi ve komedi, daha sonra Yunan ve Lâtin edebiyatlarının örnek tutulduğu klasisizm akımı devrinde özellikle Fransa'da yeniden canlanarak 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. 19. yüzyılda romantizm akımına bağlı sanatçıların trajedi ve komedinin klâsik kalıplarını kırması ve bir ölçüde bunları kaynaştırmasıyla dram doğmuştur.
Türk tiyatrosunda, Batılı anlamda ilk eser, Şinasi'nin Tanzimat döneminde yazdığı Şair Evlenmesi adlı bir perdelik komedidir. Tanzimatla birlikte Türk tiyatrosu komedi ve dram türüne yönelmiştir. Komedi türünde yazanlar özellikle Moliere (Molyer)'den etkilenmişler, zaman zaman geleneksel oyunlarımızdan da yararlanmışlardır. Şinasi'nin yanı sıra Teodor Kasap, Âli Bey, Ahmet Vefik Paşa komedi türünde eserler vermişlerdir.Dram türünde Namık Kemal, Abdülhak Hâmit Tarhan gibi yazarlar, romantizmin etkisiyle aşırı duygusallığa kapılmışlar, konuşma dilinden uzaklaşma, olay örgüsüne ve oyun tekniğine önem vermeme yüzünden pek başarılı olamamışlardır. II. Meşrutiyet Dönemi'nde de tiyatro çalışmaları sürmüş, ancak başarılı ürünler Cumhuriyet Dönemi'nde verilmiştir. Meşrutiyetten bu yana dram türünde eser veren bazı sanatçılar şunlardır: Müsahipzâde Celâl, Vedat Nedim Tör, Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Oktay Rıfat, Haldun Taner, Turgut Özakman, Sermet Çağan, Güngör Dilmen.
 Trajedi: Yaşamın acıklı yönlerini, kendine özgü kurallarla sahnede yansıtmak; ahlâk, erdem örneği göstermek için yazılmış manzum tiyatro eserine trajedi denir. Trajedi; izleyicide korku, heyecan, acındırma duyguları uyandırarak ders vermeyi amaçlar. Trajedilerde işlenen trajik olay, iki yüksek değer arasındaki çelişkiyi yaşayan insanın durumundan doğar.
Klâsik trajedinin özellikleri şunlardır:
Trajedilerde erdem ve ahlâka her şeyin üstünde yer verilir.
Trajedi, konularını tarihten ve mitolojiden alır. 17. yüzyıla kadar yazılan trajedilerde konular, Yunan ve Lâtin mitolojisinden, tarihinden alınırdı.
Trajedilerde; çirkin sayılan vurma, yaralama, öldürme gibi olaylar, sahnede, seyircilerin gözleri önünde sergilenmez, bu olaylar sahne gerisinden duyurulur.
Trajediler, manzum olarak yazılır.
Trajedi beş perdeden oluşur.
Kahramanlar olağanüstü varlıklar veya soylulardır: Tanrılar, tanrıçalar, yarı tanrılar; krallar, kraliçeler vb.
Trajedilerde üç birlik kuralı vardır. Bir eserin zaman, mekân (yer), olay birliği içinde verilmesine üç birlik kuralı denir:
Zaman Birliği: Eserin konusunu oluşturan olay, 24 saat içinde geçer. Eserin konusu, olayın sonuca en yakın yerinden seçilir
Yer Birliği: Olayın baştan sona kadar aynı yerde geçmesidir.
Olay Birliği: Piyesin tek bir ana olay çevresinde gelişmesidir.
Klâsik trajedinin önemli yazarları şunlardır: Aiskhylos (M.Ö. 6. yüzyıl), Sophokles (M.Ö.5. yüzyıl), Euripides (M.Ö. 5. yüzyıl), Ennius (M.Ö. 3. yüzyıl), Corneille (M.S. 17. yüzyıl), Racine (M.S. 17. yüzyıl).

 
 
 
 Komedi: İzleyiciyi güldüren, eğlendiren ve eğlendirirken düşündüren tiyatro türüne komedi denir. Aristoteles, komediyi Poetika adlı eserinde şöyle tanımlar: "Komedi, ortalamadan daha aşağı (kötü) olan karakterlerin taklididir. Bununla birlikte komedi, her kötü olanı taklit etmez; tersine gülünç olanı taklit eder. Bu ise soylu olmayanın bir bölümüdür. Çünkü gülünç olanın özü soylu olmayışa ve kusura dayanır."
Klasik komedinin özellikleri şunlardır:
Komedide kişilerin ya da toplumun gülünç yanları ortaya konularak seyirciyi güldürme yoluyla düşündürme ve doğru yola yöneltme amacı güdülür.
Konular günlük yaşamdan alınır.
Kişiler çoğunlukla halk kesiminden kimselerdir.
Acı veren olaylar (vurmak, yaralamak vb.) seyircinin gözü önünde gerçekleştirilebilir.
Üslûpta soyluluk aranmaz; her türlü kaba sözlere ve şakalara yer verilir.
Nazımla yazılır. (17. yüzyıl klâsik edebiyatında nesirle yazılmış komediler de vardır.)
Trajediler gibi komediler de birbiri arkasından sürüp giden "diyalog" ve "koro" bölümlerinden oluşur.
Eser ara vermeden oynanır, perde arası yoktur.
Komedide de üç birlik kuralına uyulmuştur. Sonraları bu kuraldan vazgeçilmiştir. Günümüz komedi yazarları komedinin bu klâsik kuralına bağlı kalmadan eserlerini oluşturmuşlardır.
Başlıca Komedi Çeşitleri:
Karakter Komedisi
: İnsan karakterinin gülünç ve aksak yanlarını konu alan komedidir. Moliere'in Cimri, Shakespeare ( Şekspir)'in Venedik Taciri adlı eserleri karakter komedisidir.
Töre Komedisi: Toplumun gülünç ve aksak yanlarını konu alan komedidir. Moliere'in Gülünç Kibarlar, Gogol'un Müfettiş, Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı eserleri töre komedisidir.
Entrika Komedisi: Olayların şaşırtıcı biçimde düzenlendiği, çoklukla güldürmekten başka bir amaç güdülmeden yazılan komedidir. Moliere'in Scapin'in Dolapları, Shakespeare'in Yanlışlıklar Komedisi adlı eserleri entrika komedisidir. Entrika komedilerine vodvil de denilmektedir.
Klâsik komedinin önemli yazarları şunlardır: Aristophanes (M.Ö. 5.yüzyıl), Menandros (M.Ö. 4. yüzyıl), Terentius (M.Ö. 3. yüzyıl), Plautus (M.Ö. 3. yüzyıl), Moliere (M.S. 17. yüzyıl).
 Dram: Yaşamın acıklı ve gülünç yönlerini bir arada yansıtan tiyatro türüne dram denir. Komediler yalnız gülünç, trajediler de acıklı olayları canlandırmak için yazılmıştır. Oysaki yaşam, acıları ve sevinçleriyle bir bütündür. 19. yüzyılda Fransa'da, yaşamın hem acıklı hem gülünç yönlerini birlikte işleyen dram türü ortaya çıkmıştır. Dram türünün gelişiminde Shakespeare (Şekspir)'in önemli katkıları olmuştur. Shakespeare, klâsik tiyatronun zaman ve yer birliği kurallarını yıkmıştır. Ayrıca acıklı ve gülünç olayları sahnede iç içe vererek dramın ilk örneklerini vermiştir. Sanatçının, şiir ile düz yazıyı iç içe kullandığı oyunları, önce Alman romantiklerini, sonra da Fransız romantiklerini etkilemiş, böylece dramın temelleri atılmıştır. Fransız romantiklerinden Victor Hugo (Viktor Hügo), Cromwel adlı eserinin ön sözünde dramın özelliklerini şu sözlerle açıklar: "Dramın özelliği gerçektir. Gerçek, yaratılışta, yaşamda olduğu gibi dramda da karşılaşan iki tipin; yüce ile gülüncün birleşmesinden doğar. Doğada olan her şey sanatta da vardır."
Dramın özellikleri şunlardır:
Üç birlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur.
Hem acıklı hem de gülünç olaylar, yaşamda olduğu gibi bir arada bulunabilir.
Olay, tarihin herhangi bir devrinden ya da günlük yaşamdan alınabilir.
Kişiler halkın her kesiminden seçilebilir.
Klâsik trajedi ve komedilerdeki Eski Yunan mitolojisine yönelik değerler yerine ulusal değerlere yönelme görülür.
Acı veren olaylar (vurma, öldürme vb.) sahnede oluş hâlinde gösterilebilir.
Perde sayısı yazarın isteğine bağlıdır.
Hem şiirle hem düz yazıyla yazılabilir.
Romantik dönemden günümüze kadar her edebî dönemde dram türü gelişmiş, düzeyli, ciddi bir anlatım aracı olarak varlığını korumuştur.

Dram türünün önemli yazarları şunlardır. Rönesans dönemi tiyatro yazarlarından William Shakespeare (16. yüzyıl), Goethe (18.yüzyıl), Schiller (18.yüzyıl) Victor Hugo (19. yüzyıl).
 Çağdaş Tiyatro:
Teknik buluşların getirdiği yenilikler ile uygarlığın insan üzerindeki etkileri tiyatroya yeni olanak ve temalar getirdi. İnsanoğlunun yaşamındaki değişim ve gelişimler, tiyatroya sayısız yenileşme öğeleri kattı ve bu sanat dalına yeni sorumluluklar yükledi. Art arda gelen iki büyük savaş, birbirinin ardı sıra doğan düşünce ve sanat akımları tiyatronun iç yapısında köklü değişiklikler oluşturdu. Şiir, resim, heykel ve müzikteki hızlı değişimler de, onlardan yararlanan tiyatroyu etkilemiştir. Günümüz oyun yazarları, bu sanat dallarının kendilerine sunduğu olanakları da kullanarak değişik anlayışlarla oyunlarını yazmaktadır.
Çağımız tiyatrosunda, tiyatro geleneklerinin ve kurallarının değiştiğini görürüz. Tiyatro, artık, yaşamı olduğu gibi değil, görünmeyen iç yüzüyle yansıtır. Sanat, doğayı olduğu gibi taklit etmez. İnsanın çok zengin bir iç dünyası vardır. Bu iç dünya toplum ve doğa mantığına uymayabilir. Bu nedenle sahnede saçma gibi görünen sözler söylenebilir, dengesiz hareketler olabilir.
a)   Absürd (Uyumsuz, Saçma) Tiyatro: Absürd tiyatro, bir bakıma geleneksel tiyatronun kurallarını ve düzenlerini hiçe saymıştır. Tiyatro, her şeyi anlamaktan, canlandırmaktan çok, bir ses ve hareket düzeni olmalıdır. Olaylar arasında bağ kurulması her zaman şart olmayıp oyun, birbirine ilgisiz görünen sesler, sözler, eylemler hâlinde sürüp gitmelidir. Az olay ve az sözle çok mesaj vermek gerekir. Acıklı olaylar bile alay konusu olabilir. Absürd tiyatroda perde düzenine; serim, düğüm, çözüm bölümlerine önem verilmez. Eser; bilinmeyenlerle, sembollerle ve saçma denilebilecek kurgularla doludur. Bu tiyatro anlayışında önemli olan; bir duygu ve olayın biçimini, oluşumunu göstermektir.
Absürd tiyatronun önemli yazarları şunlardır: Eugene İonesco, Amedee, Samuel Beckett, Seraphin Audiberti, John Osborn.
Türk tiyatrosunda Güngör Dilmen’in "Canlı Maymun Lokantası" adlı eseri bu türün bir örneğidir.
b)   Epik (Destansı) Tiyatro: Çağdaş tiyatronun başka bir kolu da Epik tiyatrodur. Bu tiyatro türünün önderi, Alman yazar Berthold Brecht'tir.
Epik tiyatro, oyunun izleyiciyi büyülemesine karşıdır. Yani temsil sırasında, izleyicinin oyuna kendini kaptırmasını ve büyülenmesini önlemek ister. Bunun için sahne, dekordan ve olaylardan uzak tutulur. İzleyiciye de temsilde gördüklerinin gerçek değil, bir oyun olduğu hatırlatılır. Epik tiyatro, izleyiciyi uyanık tutmak ister. Bunu sağlamak için araya şarkılar, tekerlemeler, oyunu birdenbire kesen açıklamalar konur. Entrikaların iç yüzü durup dururken açıklanır.
Epik tiyatronun önemli yazarları şunlardır: Arthur Adamov, Max Frisch, Frederich Dürrenmatt.
Türk tiyatrosunda Haldun Taner, "Keşanlı Ali Destanı" adlı eseriyle epik tiyatro örneği vermiştir.
 Müzikli Tiyatrolar: Sözleri bestelenmiş tiyatro türüdür. Tamamen bestelenen tiyatro türleri olduğu gibi, yarısı beste yarısı söze dayanan tiyatro türleri de vardır.
Opera: Müzik eşliğinde söylenen şarkılı oyunlara opera denir. Lirik dram olarak da bilinir. Tamamen nazım (şiir) şeklinde yazılır ve bestelenir. Eserde şiir, müzik, ışık, kostüm, raks (oyun) ve estetik zenginlik tam bir uyum içerisinde bulunur.
Opera 17. yy başlarında İtalya’da doğmuş ve oradan, önce Fransa'ya sonra da Avrupa ülkelerine yayılmıştır.
Opera – Komik: Güldürücü bir biçimde yazılan operadır.
Operet: Halka hitap eden müzikli komedidir. Halk şarkılarına dayalı, sade üslupla haşf ve coşkun eğlenceli konularda yazılıp bestelenmiş sahne oyunudur. Daha çok eğlendirici yanı vardır.
Komedi Müzikal: Sözlerinin arasında müzikli parçalar bulunan vodvil ya da komedilere denir. Acıklı, gülünç sahnelere yer verilir. Müzikli bölümlerde halk şarkılarından yararlanılır.
Bale: Konusunu, müzik eşliğinde hareketlerle anlatan tiyatro türüdür. Balede konuşma yoktur. Her şey danslı hareketlerle anlatılır.
Revü: Revü; tablo, skeç, şarkı ve monolog gibi sahnelerden kurulu, daha çok gündelik olayları alaya alan ve taşlayan bir gösteri türüdür.
Skeç: Genellikle bir nükteyle son bulan, az kişili ve yalın, şakacı bir içeriği olan kısa oyundur.

TÜRK TİYATROSU
1.)GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU                    
1.) KARAGÖZ               2.) ORTA OYUNU          3.) MEDDAH         4.) KÖY SEYİRLİK OYUNLARI
 
2. MODERN TÜRK TİYATROSU
1. TRAJEDİ                  2. KOMEDİ                       3. DRAM
 
1.) GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU: Gelenekli Türk tiyatrosu adı verilen bu tiyatro anlayışının kolları şunlardır:
1.) Köy Seyirlik Oyunları: Geleneksel Türk tiyatrosunun kaynakları içerisinde köy seyirlik oyunların özel bir önemi vardır. Halen özellikle Anadolu da ki pek çok köyde devam ettirilen köy seyirlik oyun geleneğinin tarihi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Geçmişin tiyatrosundan geleceğin tiyatrosuna önemli bir kaynaktır bu oyunlar. Binlerce yıl önce Anadolu insanları, toplayıcılık kültüründen tarım kültürüne geçtiği dönemlerden itibaren günümüze kadar mevsim dönüşümlerine, ekim-dikim ve hasat zamanlarına özel bir önem vermiş, bu zamanları oruç, ritüel ve şenliklerle kutsamıştır. Binlerce yıl önce Anadolu insanları, geçimlerini günümüzde de olduğu gibi tarımdan sağlıyorlardı. Ekim yapılmadığı kış ayları onlar için kıtlık zamanlarıydı. Yaz ayları ise tam bolluk ve bereket dönemleri idi. Kıtlık, karanlıkla özdeşti, kara ile simgeleniyordu. Bolluk ise beyazla özdeşti, beyaz ile simgeleniyordu. Mevsimler arasındaki bu ak-kara çatışması köy seyirlik oyunların temel yapısını belirliyordu. Günümüze kadar gelen köy seyirlik oyunların büyük bölümü işte bu ak-kara çatışması üzerine kuruludur. Özellikle Sivas köylerinde karşılaştığımız "saya gezme" adı verilen ritüelde, yazı ve kışı simgeleyen aklar giyinmiş genç kız ile yüzü karaya boyanmışa "Arap" ve onların peşine takılan çoluk çocukla dolu bir alay, köyde kapı kapı dolaşır, her evden geçen hasattan kalma hububatı toplar, köy meydanında bu hububat pişirilerek tüm köylülerce yenir. Hemen arkasından oynanan köy seyirlik oyunun da Arap, genç kızı kaçırır. Sonra da kızın yakınlarının genç kızı yeniden bulmasıyla şenlik yapılır. Arap kovalanır, böylece kış ayı kovulur, yazın gelmesi coşkuyla kutlanır, genç kız evlendirilerek düğünü yapılır. Az önce genç kızın kaçırılmasına üzülen, yas tutan seyirciler, az sonra, genç kızın Arap’ın elinden kurtulmasıyla sevinir, hep birlikte halay çekerek, dans ederek bu olayı kutlar. Köy seyirlik oyunlar, adı üzerinde seyirlik oyunlardır. Tıpkı ortaoyunumuzda olduğu gibi bu oyunlar da genellikle köyün ortasında, köy meydanında oynanır. Seyirciler çepeçevre oyuncuları çevreler. Oyuncu - seyirci ayrılığı hem vardır hem yoktur. Oyuncuları oyuna seyirciler hep beraber hazırlar. Bir tas, bir şapka, bir baston, bir deve, bir sopa, bir tüfek olabilir. Sırası gelen oyuncu seyirci içinden çıkarak oyuna katılır, oyundaki görevi bittikten sonra yeniden seyircilerin arasına karışır.
2.) Meddah: Methedici (övücü), taklitler yapıp hoş öyküler anlatarak halkı eğlendiren sanatçıya meddah denir. Türk halk zekâsının ve halkın, olayları karikatürize etme gücünün büyük sanatlarından biri olan meddahlık, yüzyıllar boyu yaşamış, Türk halkı arasında çok ilgi görmüştür. Meddahlık için tek adamlı tiyatro diyebiliriz. Meddah, tiyatronun bütün kişilerini varlığında birleştiren bir aktördür. Yüksekçe bir yerde oturarak bir öyküyü başndan sonuna kadar, canlandırdığı kişileri ağız özelliklerine göre konuşturarak anlatır. Perdesi, sahnesi, elbiseleri, dekoru, kişileri bulunmayan bu tiyatronun her şeyi meddah denilen o tek adamın zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki başarısına bağlıdır. Meddahların çoğu, klasikleşmiş beyitlerle öykülerine başlarlar. Meddah anlatacağı öyküye geçmeden önce: "Haak dostum Haak!" diyerek çoğunlukla şu beyitle öyküye girer:
"Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet,
Dinle imdi bende-i âcizden hoş bir hikâyet."
Meddah kişilerin ağız özelliklerini taklit ettiği gibi hayvanların, doğanın ve cansız nesnelerin seslerini de taklit eder. Meddahın iki aracı vardır; biri boynuna doladığı mendili, öteki de elinde tuttuğu sopasıdır. Mendille çeşitli başlıklar yapar, terini siler. Sopayı da oyunu başlatmak, seyirciyi suskunluğa çağırmak, kapıyı vurmak için ya da saz, süpürge, tüfek, at yerine kullanır.
Bitişte özür diler, oyundan çıkan sonucu (kıssa) bildirir. Daha sonra anlatacağı öykünün adını ve öyküyü nerede anlatacağını söyler.
Günümüzde meddahlıkla ilgili birkaç dağınık yazma ve taş baskısı kitap dışında fazla kaynak yoktur. İstanbul Üniversitesi Kitaplığında bulunan "Mecmûa-ı Fevâid" meddahlar üzerine yazılmış önemli bir kaynaktır.
3.) Orta OyunuOrta oyunu, çevresi izleyicilerle çevrili bir alan içinde oynanan, yazılı metne dayanmayan, içinde müzik, raks ve şarkı da bulunan doğaçlama bir oyundur. Orta oyunu adının geçtiği ilk belge 1834 tarihlidir. Daha eski kaynaklarda bu oyun; kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, zuhuri gibi adlarla anılmıştır.
Orta oyunu, han ya da kahvehane gibi kapalı yerlerde de oynanmakla birlikte, genel olarak açık yerlerde ortada oynanan bir oyundur. Oyunun oynandığı yuvarlak ya da oval alana palanga denir. Oyunun dekoru; yeni dünya denilen bezsiz bir paravandan ve dükkân denilen iki katlı bir kafesten oluşur. Yeni dünya ev olarak, dükkân da işyeri olarak kullanılır. Dükkânda bir tezgâh, birkaç hasır iskemle bulunur.
Orta oyununun kişileri ve fasılları Karagöz oyunuyla büyük oranda benzerlik gösterir. Oyunun en önemli iki kişisi Kavuklu ile Pişekâr'dır. Kavuklu, Karagöz oyunundaki Karagöz'ün karşılığı, Pişekâr da Hacivat'ın karşılığıdır. Orta oyununda da gülmece öğesi, Karagöz oyunundaki gibi, yanlış anlamalara, nüktelere ve güldürücü hareketlere dayanır. Oyunda çeşitli mesleklerden, yörelerden, uluslardan insanların meslekî ve yöresel özellikleri, ağızları taklit edilir. Bunlar arasında Arap, Acem, Kastamonulu, Kayserili, Kürt, Frenk, Laz, Yahudi, Ermeni vb. sayılabilir. Orta oyununda kadın rolünü oynayan kadın kılığına girmiş erkeğe Zenne denir.
Kavuklu Hamdi ile Pişekâr Küçük İsmail Efendi, orta oyununun önemli ustaları sayılır.

Orta Oyununun Bölümleri:
Mukaddime   (Giriş): Zurnacı, Pişekâr havası çalar. Pişekâr çıkar ve izleyiciyi selâmladıktan sonra zurnacıyla konuşur. Bu konuşmada, oynanacak oyunun adı bildirilir. Daha sonra zurnacı Kavuklu havasını çalar. Kavuklu ile Kavuklu arkası oyun alanına girer. Kavuklu ile Kavuklu arkası arasında kısa bir konuşma geçer. Sonra bu kişiler birden Pişekâr'ı görüp korkarlar ve korkudan birbirlerinin üstüne düşerler. Bazı oyunlarda zenne takımı ve Çelebi'nin daha önce çıkıp Pişekar'la konuştukları bir sahne de vardır.
Muhavere (Söyleşme): Bu bölüm Kavuklu ile Pişekâr'ın birbirleriyle tanıdık çıktıkları tanışma konuşmasıyla başlar. Kavuklu ile Pişekâr'ın birbirinin sözlerini ters anlamaları bir gülmece oluşturur ki buna arzbâr denir. Arzbârdan sonra tekerleme başlar. Tekerlemede Kavuklu, başından geçen olağan dışı bir olayı Pişekâr'a anlatır. Pişekâr da bunu gerçekmiş gibi dinler, sonunda bunun düş olduğu anlaşılır.
Fasıl (Oyun): Oyunun asıl bölümü, belli bir olayın canlandırıldığı fasıl bölümüdür. Orta oyunu fasılları genellikle iki paralel olay dizisinde gelişir. Dükkân dekorunda gelişen olaylarda genellikle Kavuklu bir iş arar. Pişekâr'ın ona iş bulmasıyla olaylar gelişir. Dükkâna gelip giden çeşitli müşterilerle ilgili oyunlar da vardır. İkinci olaylar dizisi yeni dünya denilen ev dekorunda geçer. Zenne takımının, Pişekâr aracılığıyla ev araması ve bir eve yerleşmesi biçiminde olaylar gelişir.
Bitiş: Oyunun son bölümüdür. Pişekâr, izleyicilerden özür dileyerek gelecek oyunun adını ve yerini bildirir. Oyunu kapatır.
Geleneksel Türk halk tiyatrosunun önemli seyirliklerinden olan orta oyununun başlıcaları şunlardır: Mahalle Baskını, Terzi Oyunu, Yazıcı Oyunu, Büyücü Hoca, Fotoğrafçı, Hamam, Tahir İle Zühre, Kale Oyunu, Pazarcılar, Çeşme, Gözlemeci, Çifte Hamamlar, Kunduracı, Eskici Abdi.
4.)Karagöz: Karagöz, bir gölge oyunudur. Bu oyun, deriden kesilen ve tasvir adı verilen birtakım şekillerin (insan, hayvan, bitki, eşya vb.) arkadan ışıklandırılmış beyaz bir perde üzerine yansıtılması temeline dayanır.Gölge oyununun önce Çin'de (M.Ö. 2. yüzyıl) veya Hint'te çıktığı söylentileri vardır. Evliya Çelebi ise Karagöz ile Hacivat'ın Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubat zamanında (13. yüzyıl) yaşamış gerçek kişiler olduğunu belirtir. Halk arasındaki bir söylentiye göre ise Karagöz ile Hacivat, Sultan Orhan (14. yüzyıl) zamanında Bursa'da bir cami yapımında çalışmış işçilerdir. İkisi arasındaki nükteli konuşmalar, diğer işçileri oyaladığı için Sultan Orhan tarafından öldürtülmüşlerdir. Daha sonra Şeyh Küşterî, Hacivat ve Karagöz'ün deriden yapılmış tasvirlerini oynatmış ve onların şakalarını tekrarlamıştır. Bu nedenle Karagöz perdesine Küşteri Meydanı da denir. İslâm dünyasında 11. yüzyılda sözü edilmeye başlanan bu oyuna hayal-i zill (gölge hayali) adı verilmiştir. Karagöz oyunu, özellikle 17. yüzyıldan sonra oldukça yaygınlaşmıştır. 19. yüzyılda Karagöz, kısaca, hayal oyunu diye anılmış, bu oyunu oynatan sanatçılara da hayalî (hayalci, Karagözcü) denmiştir. Karagöz oyunu, halk kültürünün ortak ürünüdür. Bu oyunlarda işlenen çeşitli konuları kimin düzenlediği belli değildir. Karagöz, tuluata dayandığı için oyunun sözlerini, her sanatçı, oyun sırasında kendine göre düzenler. Karagöz oyunları 19. yüzyılda yazıya geçirilmeye başlanmıştır.
Karagöz Oyunun Bölümleri:
Mukaddime (Giriş): Oyunun başlangıç bölümüdür. Perdede görüntü verilmeden önce müzik başlar. Sonra konuya uygun olarak bir görüntü verilir. Hacivat “Of... hay, Haak!” diyerek perde gazeline başlar.
Muhavere (Söyleşme): Karagöz ile Hacivat arasında geçer. Muhavere İki bölüme ayrılır: Bunlar, fasılla ilişkisi olan ve fasılla ilişkisi olmayan bölümlerdir. Muhaverede yalnız, Hacivat ve Karagöz bir oyun oynar. Bu oyun, önce olmayacak bir olayın gerçekleşmiş gibi anlatılmasıyla başlar, sonra bunun düş olduğu anlaşılır.
Fasıl (Oyun): Oyunun kendisidir. Hacivat ve Karagöz'den başka oyun kişileri fasılda görünürler. Karagöz oyunları genellikle adlarını bu bölümün içeriğinden alır.
Bitiş: Bu bölüm çok kısadır. Karagöz, oyunun bittiğini haber verir, kusurlar için özür diler, gelecek oyunu duyurur. Karagöz'le Hacivat arasında kısa bir söyleşme geçer. Bu söyleşmede oyundan çıkarılacak sonuç da belirtilir.

Karagöz Oyununun Kişileri: Karagöz oyununun en önemli kişileri Karagöz ile Hacivat'tır. Karagöz okumamış halkı; Hacivat ise aydın ya da yarı aydın kimseleri temsil eder. Oyunda konuya göre türlü meslek, yöre ve uluslardan kişiler, kendi şiveleriyle taklit edilir.
Karagöz: Oyunun en önemli kişisidir, okumamış halk adamıdır. Hacivat’ın kullandığı yabancı sözcükleri yanlış anlayarak çeşitli nükteler çıkarır.
Hacivat:Yarı aydın bir tiptir. Yabancı sözcüklerle konuşmayı tercih eder.
Çelebi:Genç bir mirasyedi, zevk düşkünü zengin bir kişi vb. olarak karşımıza çıkan nazik, ince bir tiptir. (Genç, züppe bir mirasyedi)   
Beberuhi: Zeka bakımından fazla gelişmemiş olan kambur cüce bir tiptir.
Zenne:Kadın.
Tuzsuz Deli Bekir:Kendilerine özgü giyiniş ve konuşma biçimi, olan argo kullanan, başıboş kabadayı, serseri, sarhoş, zorba bir tiptir.Olayın düğümlendiği noktada ortaya çıkar ve güç göstererek olayı çözer.
Acem: Zengin tüccardır.
Matiz: Sarhoş kişidir.
Himmet: Sırtında baltası olan, kaba saba bir tiptir.
Diğer kişiler ise: Zenci Arap, Yahudi, Ermeni, Tiryaki, Kayserili, Kürt, Kastamonulu, Laz, Bolulu, Köçek, Arnavut, Rum vb.dir.
Kürt (Hamal, bekçi), Arnavut (Bahçıvan, korucu, bozacı) , Tuzsuz Deli Bekir (Sarhoş, zorba) , Efe (Zorba), Ak Arap (Dilenci, kahve dövücüsü), Matiz (Sarhoş), Zenci Arap (Lala, köle), Zenne (Kadın), Yahudi (Bezirgan), Kastamonulu (Oduncu, bekçi), Ermeni (Kuyumcu)
Bolulu (Aşçı), Frenk ve Rum (Doktor, terzi, tüccar, meyhaneci), Kayserili (Pastırmacı), Laz (Kayıkçı, kalaycı), Rumelili (Pehlivan, arabacı)
Tiryaki (Lâf ebesi)
Karagöz oyununun dağarcığı: Bilinen Karagöz oyunlarının sayısı çoksa da Karagöz oyununun klâsik dağarcığı yirmi sekiz oyunda birleşmiştir. Bu oyunlardan bazıları şunlardır: Ağalık, Bahçe Sefası, Balıkçılar, Baskın, Leylâ ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Cambazlar, Sahte Esirci, Hain Kâhya, Horozlu Düğün, Karagöz'ün Yalova Sefası, Cin Çarpması.
ÖĞRETİCİ METİNLER
Edebiyat alanı içerisine giren metinler sanat eserleri ve düşünce eserleri olarak iki ana grupta incelenir. Bunlardan düşünce eserleri diğer bir söyleyişle öğretici metinler bilgi ve haber vermek, konuları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek ve tanıtmak amacıyla yazılır.
Öğretici metinler, bilgi vermek amacıyla yazılırlar. Bu metinlerle  sağlanan iletişimin amacı bilinmeyeni açıklamak; herhangi bir yer ve olay hakkında bilgi vermek; bir düşünceyi, duyguyu kanaati bildirmektir. Öğretici metinler günlük hayatın gerçeklerini, tarihî olayları, felsefi düşünceleri ve bilimsel gerçekleri anlatan metinlerdir. Öğretici metinlerde yazılış amacı ile sezdirilen anlam arasında bir ilişki söz konusudur. Öğretici metinler genel de kelimelerin ilk anlamlarıyla oluşturulduklarından, bu metinlerin okuyucuda bıraktığı izlenim de farklı değildir. Öğretici metinler de giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden meydana gelir. Metinde cümleler ve paragraflar arasındaki ilgi kendi içinde anlam bütünlüğü sağlar. Anlam bütünlüğü olan birimlerin bir düzene bağlı olarak birleşmesi sonucu da metnin yapısı oluşur. Öğretici metinlerde okuyucuya verilmek istenen temel düşünceye ana düşünce, ana düşünceyi destekleyen ve diğer paragraflarda yer alan düşüncelere de yardımcı düşünce denilir. Ana düşünce okuyucuya iletilmek istenen düşüncenin en kısa ve yalın ifadesidir. Bir metinde ana düşünce genelde açıkça ifade edilmez. Yazının tamamından okuyucunun çıkartması beklenir. Ancak az da olsa ana düşüncesi giriş, gelişme ya da sonuç bölümünde yer alan metinler de vardır.Bir metindeki ana düşünce çevresinde gelişen başka metinler yazılabilir. Bu metin yazarın görüş açısına göre değişir.
Öğretici metinlerde açık, yalın ve anlaşılır bir dil kullanılır. Metin ile yazar arasında bir ilişki vardır. Yazar ortaya koyduğu metne kişisel düşünce, görüş ve izlenimlerini yansıtır. Öğretici metinleri okuyan herkes bilgi düzeyine, kültür seviyesine göre anlar. Öğretici metinlerde bilimsel kavramlara, felsefi ve teknik terimlere yer verilir. Öğretici metinler kendi aralarında tarihî, felsefi, bilimsel metinler, gazete çevresinde oluşan metinler ile kişisel hayatı konu alan metinler olmak üzere çeşitli türlere ayrılır. Gazete çevresinde oluşan metinler de makale, fıkra, deneme, eleştiri vb türlere ayrılır. Kişisel hayatı konu alan metinler ise hatıra, gezi, mektup, biyografi, günlük gibi türlerden oluşur.

Ç. DİL VE ANLATIM
. Öğretici metinler; yazılış amaçları bakımından, coşkuyu dile getiren ve olay çevresinde oluşan metinlerden farklıdır. Öğretici metinlerde amaç; öğretmek, bilgi vermektir.
.Bir metnin yazılış amacı, dil ve anlatım özelliklerinin belirlenmesindeki en önemli etkendir.
.Öğreticiliğin amaçlandığı metinlerde dil göndergesel işlevde kullanılır. Dilin göndergesel işlevinde, anlatılmak istenen, doğrudan anlatılır.
 
ÖĞRETİCİ METİNLERDE DİLİN İŞLEVİ
1.OKUYUCU                                               
a)Uyarmak                   b)Harekete Geçirmek
 
2.BİR NESNEYİ, KAVRAMI,  OLAYI
a)Açıklamak                b)Anlatmak          c)Bildirmek
 
.Bir metnin dili; ifade edilmek istenen düşünceye, seçilen anlatım türüne ve hitap edilen okuyucuya, kullanılan iletişim aracına göre değişir. Örneğin, ders kitaplarında aynı konunun ilköğretim, ortaöğretim ve üniversite düzeyindeki öğrencilere farklı anlatıldığını görürüz. Bunun nedeni hitap edilen okuyucu düzeylerinin farklı olmasıdır.
.Metindeki temel düşünceden hareketle, farklı anlatım biçimleriyle farklı metinler oluşturulabilir. Bir sohbet yazısındaki dil ile eleştiri, bilimsel makale, deneme, gezi yazısı vb. türlerde kullanılan dil arasında farklılıklar vardır. Bir felsefe metni ile özel yaşamı konu alan metin aynı dili kullanmaz.
.Öğretici metinlerde dilin açık ve anlaşılır olması çok önemlidir. Dil anlaşılmayan bir metin, okuyucuyu bir şey öğretemez. Dil ve anlatımdaki yalınlık, öğretici metinlerin kendi içindeki anlatım türlerine göre farklılık gösterebilir. Felsefi,bilimsel metinler,tarih,makale,eleştiri vb. türlerin yalın olması gerekir.Deneme,fıkra,sohbet ve kişisel yaşamı konu alan anlatım türlerinde yazar dili öznel yaklaşımla kullanabilmektedir.
.Dil ve anlatımın belirlenmesinde bakış açısının da önemli rolü vardır. Aynı manzaraya farklı açılardan bakıldığında aynı şeyler görülmez. Farklılık” bakış açısı” ndan kaynaklanır.
.Bir konuya farklı bakış açılarından yaklaşılabilir. Bilgi,inanç,düşünce farklılığı,kültürel çevre,psikolojik özellikler bakış açısını belirler. 
 
ÖĞRETİCİ METİNLERİN TÜRLERİ
A.) TARİHİ METİNLER
B.) FELSEFİ METİNLER
C.) BİLİMSEL METİNLER
D.) KİŞİSEL HAYATI KONU ALAN METİN TÜRLERLİ
Ç.) GAZETE ÇEVRESİNDE GELİŞEN METİNLER
1.MAKALE
2.DENEME
3.SOHBET
4.FIKRA
5.ELEŞTRİ
6.RÖPÖRTAJ
 
ÖĞRETİCİ METİN TÜRLERİ
A.TARİHİ METİNLER
Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim dalına tarih; tarih incelemeleri sonucunda yazılan metinlere de tarihi metin denir.
Tarih; toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan,bu olaylar arasındaki ilişkileri,daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını,karşılıklı etkilenmeleri,her milletin kurduğu medeniyetleri,kendi iç sorunlarını inceleyen bilimdir.
☻İnsanların geçmişi öğrenme istekleri tarih biliminin doğmasını sağlamıştır. Tarih bilimi insan topluluklarının yaşayışlarını, mücadelelerini,siyasi olaylarını,kültür ve uygarlıklarını inceler.
☻Tarih bu olayları incelerken sebep sonuç ilişkileri üzerinde durur. Olayları ilişkilendirir. Olayın geçtiği yeri ve zamanı belirler.Olayları belgelere dayalı olarak anlatır.
☻Bilgiyi aktarmak amaçlandığından tarihi metinlerde yalın ve duru bir anlatıma başvurulur.
☻Tarihi olay ve belgelerden hareketle oluşturulan öğretici metinlere tarihi metin denir.Bu metinlerde izlenimler değil nesnel bilgiler aktarılır.
☻Tarihi metinlerle tarihi bir olayı ele alan edebi metinler karıştırılmamalıdır.
Edebi metinler kurmacadır tarihi metinler ise belge niteliği taşır ve nesnel verilere bağlı olarak oluşturulur.
Bu durumda tarihi bir olayı ele alan roman ve öyküler tarihi metin değil,sanat eseridir.Bu metinlerde amaç öğretmek,nesnel bilgi vermek değil;sanat,güzellik yaratmaktır.
 
 
B.FELSEFİ METİNLER
Felsefe konularını ele alan, felsefi problemler üzerinde duran metinlere felsefî metin denir. İnsan yaşamının anlamıyla, varlık, bilgi ve değerle ilgili sorulara cevap bulmaya, bu konularda ortaya çıkan problemleri çözümlemeye çalışır.
☻Felsefe; varlık ve düşünceyi oluşturan ilkeler, gerçeklik ve nedenselliğin araştırılmasıdır. Belirli bir konuda yoğun, sistematik ve yaratıcı olarak düşünmektedir. Felsefe; düşündürür,sorgulatır,soru sorar ve cevabını arar.
☻Felsefeyi diğer bilimlerden ayıran en önemli özelliği, düşünürken mantıksal delillere ve akıl yürütmeye dayanmasıdır.
☻Felsefe; yaşamı ve yaşamda olan her şeyi bir şekilde anlamlandırma çabasıdır.
☻Felsefe; doğruyu bulma yolunda, düşünsel(idealist) bir çalışmadır (Platon)
☻Felsefe konularını ve problemlerini ele alan metinlere ise felsefi metin denir.
☻Bilimsel metinler, terimler kullanarak bilimsel buluş ve gerçeklikleri işler. Felsefi metinlerde ise önemli olan kavramlardır. Felsefede,düşünce,kavramlar kullanılarak ortaya konur.
☻Felsefede;”varlık”,”bilgi” ve ”değer” kavramları üzerinde düşünülür ve bu problemlere yanıtlar aranır.
C.BİLİMSEL METİNLER
Bilimsel bilgiyi iletmeyi sağlayan metinlere bilimsel metinler denir. Bu yazılarda açıklık ve kesinlik önemlidir. Alanında gerekli donanıma sahip kişilerce kısa, öz ve hemen anlaşılabilir tarzda yazılır. Bu yazıların en önemli amacı bilimsel iletişimi gerçekleştirmektir. Bilimsel metinler; bilimsel makale, tarama, değerlendirme yazıları, konferans raporları, toplantı özetleri olarak gruplandırılabilir. Bu metinler; başlık, özet, giriş, asıl metin, sonuç ve tartıma bölümlerinden oluşur.
☻Bilim; evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgidir.
☻Bilim; genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgisel bilgidir.
☻Bilimsel metinler, bilimsel bilgi ve buluşları aktarmak amacıyla yazılan metinlerdir.
☻Bilimsel makaleler, konferans raporları, değerlendirme yazıları, toplantı özetleri vb. bilimsel metinlerdir. 
 
Ç. GAZETE ÇEVRESİNDE GELİŞEN METİNLER
 
MAKALE
Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, belli kanıtlar, belgeler, inandırıcı veriler kullanarak kanıtlamaya çalıştığı ve böylece okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçladığı yazı türüdür. Makalede temel unsur düşüncedir. Makale, gazete ile birlikte ortaya çıkmış bir gazete yazı türüdür. Bizde de ilk özel gazete olan Tercüman - ı Ahval gazetesinin çıkmasıyla görülür. İlk makale de “Mukaddeme” adıyla aynı gazetede Şinasi tarafından yazılmıştır. Makalede amaç bilgi aktarmak ya da görüşlerine okuyucuyu inandırmak olduğundan açık, anlaşılır, ciddi bir dil kullanılır. Seçilen konuya göre uzun da olabilir kısa da. Makale her konuda yazılabilir. Bu konu günlük olabileceği gibi, felsefi, bilimsel, sanatsal da olabilir. Ama edebi makale elbette sanatla ilgili olanıdır. Makale, öğretmeyi ve bilgi vermeyi hedef aldığı için didaktik bir özellik taşır. Çeşitli sahalarda ve çeşitli konularda yazılabilir. İlmi konularda olabileceği gibi, aktüel konularda da yazılabilir. İyi ve mükemmel bir makale öğreticiliğinin yanında yaratıcı da olmak zorundadır. Ciddilik, ağır başlılık makalelerde aranılan temel özelliktir. İleri sürülen iddialar, mutlaka belgelerle pekiştirilmeli ve açıklığa kavuşturulmalıdır. Verilen örnekler açık, net ve sıhhatli olmalıdır. Bu tür bize Batı'dan gelmiştir. İlk örneklerini Tanzimat döneminde Şinasi'nin Agah Efendi ile birlikte çıkardıkları Tercüman-ı Ahval gazetesinde görmekteyiz. Makale türünün gelişmesinde basının büyük rolü olmuştur. Günümüzde en yaygın yazı türlerindendir. En çok gazetelerde ve dergilerde karşımıza çıkar. Gazete makaleleri daha çok aktüel konuları, dergi makaleleri ise daha çok ilim ve ihtisas konularını ihtiva eder. Gazetelerin ilk sayfalarında yer alan makalelere Baş Makale adı verilir. Makale'nin temel unsuru fikirdir. Fikri yönü olmayan makale olmaz. Yazı mutlaka belli bir fikrin üzerine inşa edilir. Edebiyatımızda hemen hemen bütün fikir ve sanat adamlarımız, makale türünde eser vermişlerdir.
Edebiyatımızda Tanzimat döneminden beri görülen makale türünde Namık Kemal, Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabi ünlü birkaç isimdir.
DENEME
Tek bir konuyu rahat ve akıcı bir biçimde ele alan, çoğu kez yazarının kişisel bakış açısı ve deneyimini aktaran orta uzunluktaki edebi metinlerdir. Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, kesin kurallara varmadan, kanıtlamaya kalkmadan, okuyucuyu inanmaya zorlamadan anlattığı yazı türüdür. Bu türün yaratıcısı 16. Yüzyıl Fansız yazarı Michael de Montaigne 'dır dır. Yazdığı metinlerin kişisel düşünce ve deneyimlerinin iletilmesine yönelik edebi parçalar olduğunu vurgulamak için deneme (assai) adini seçmiştir. Türk edebiyatına deneme, diğer edebi türler gibi Tanzimat'tan sonra Bati'nin etkisiyle girdi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Yahya Kemal Beyatlı deneme türünüzde eserler veren önemli yazarlarımızdır. Ancak deneme türünün en önemi yazarı Nurullah Ataç 'tir tir. Ataç, denemelerinde kişisel tavrını açıkça ortaya koyan, dilde yenilikçi ve titiz, üslupta akıcı bir yazardır.
*Yazar, kendisiyle konuşuyormuş gibi bir hava sezdirir.
*Samimi bir dil kullanılır.
*Yazar, öne sürdüğü görüşleri ispatlamak zorunda değildir.
*Yazarın kesin bir sonuca varma zorunluluğu yoktur.
*Nurullah Ataç "Deneme, ben ülkesidir" der.
*Yazar anlatımda ve konu seçiminde özgürdür.
*Türün ünlüleri, Ahmet Haşim, N. Ataç, Suut Kemal Yetkin, A. Hamdi Tanpınar, Selahattin Eyüboğlu.
SOHBET(SÖYLEŞI):
     Kişilerin herhangi bir konudaki görüşlerini, konuşma havasında, içten bir dille anlattıkları yazılara sohbet(söyleşi) denir.
     Söyleşi yazılarının en belirgin özelliği, yazarın okuyucuyla sürekli diyalog içinde olmasıdır. Söyleşilerde, sanki yazarla okuyucu karşı karşıya oturmuşlar da konuşuyorlarmış gibi hava vardır. Bu hava, genellikle devrik cümlelerle ve soru cümleleriyle oluşturulur. Yazar, okuyucuya bir takim sorular yöneltir, yanıtlarını da yine kendi verir.
     Söyleşilerde gerektikçe atasözlerinden, özdeyişlerden ve güldürücü fıkralardan da yararlanılır. Bu tür yazılarda içten ve açık bir anlatım vardır. Konunun derinliğine fazla inilmez. Söyleşi de fıkra ve makale gibi gazete ve dergi yazısıdır.
 FIKRA
Gazete veya dergilerde gündelik konuları bir görüş ve düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddi veya eğlendirici yazı türüne fıkra denir.
Fıkrayı diğer türlerden ayıran en önemli özellik, fıkranın güncel konuları işlemesidir.
Fıkrada; gündelik konular, kanıtlama amacı güdülmeden günlük konuşma diliyle kaleme alınır.
Sözü kültür ürünü olan fıkralarda günübirlik konuların işlendiği köşe yazıları (fıkra ) farklıdır.
Edebiyatımızdaki başlıca fıkra yazıları şunlardır: Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Hüseyin Cahit Yalçın, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Yusuf ziya Ortaç, Oktay Akbal, Haldun Taner, Çetin Altan, İlhan Selçuk…
 
 
 
TENKİT(ELEŞTİRİ):
   Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmekamacıyla yazılan yazı türüne eleştiri denir.
 Eleştiri yapan kişiye de eleştirmen denir. Eleştiri; bir sanat eserini her yönleriyle çözümleyerek açıklayan, onun olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya koyan çok yönlü yazıdır.
Eleştirmenlerin eserlere yaklaşımı bakış açılarına göre değişir. Eleştiri, konularına göre şöyle sınıflandırılır:
1-)Sanatçıya Yönelik Eleştiri: Sanatçının bireysel özelliklerinden yola çıkılarak eser değerlendirilir.
2-)Esere Yönelik Eleştiri: Eserin konusu, anlatım biçimi, olay örgüsü değerlendirilir.
3-)Topluma Yönelik Eleştiri: Eserin toplumsal olay ve olgularla bağlantısı, toplumsal gelişmeye katkısı değerlendirilir.
4-)Okura Yönelik Eleştiri: Eleştirmen, eserin kendisi üzerindeki etkilerini değerlendirir.
     Eleştiriler, genellikle gazete ve dergilerde yayımlanır. Zaman zaman bir araya getirilerek bir kitap da toplanır. Bazı eleştiriler çok uzundur. Böyle eleştiriler kitap olarak yazılır.
     Eleştiriler, sanattan ve sanatçıdan anlayan kültürlü kişilerce yazılır.
     Eleştiriler de belli plana gör yazılır. Kısa eleştiri yazılarını giriş bölümünde, eleştirilecek kişi ya da yapıt genel çizgileriyle tanıtılır. Gelişmede çeşitli özellikleri, başarılı-başarısız yanları...  örneklerle anlatılır. Sonuçta da bir yargıya varılır. Bu yargı; ya olumlu, ya olumsuz,ya da bazı yönlerden olumlu, bazı yönlerden olumsuz olabilir.
Eleştiriler genelde nesneldir ancak öznel eleştiriler de vardır.
Eleştirmen değerlendirmeleriyle yazara ve okura kılavuzluk yapar.
Edebiyatımızdaki başlıca eleştiri yazarları şunlardır; Namık Kemal, Hüseyin Cahit Yalçın, Cenap Şehabettin, Ali Canip Yöntem Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan Cemil Meriç Nurullah Ataç, Mehmet Fuat  ...
RÖPORTAJ
Herhangi bir olay ya da durumun; gezip görme araştırma inceleme ve soruşturma yoluyla yansıtıldığı yazılara röportaj denir.
Röportaj da yazar kendi düşüncelerini yargılarını yorum ve izlenimlerini de ortaya koyar.
Röportajda konuyla ilgili fotoğraf belge film ses kaydı ve grafiklerden yararlanılır.
Röportajla Gezi yazısının Farkı
Röportajda araştırma yapmak için seyahat edilebilir amaç gezilen yerleri coğrafi tarihi kültürü vb. yönlerden anlatmak değildir.
Röportajda Gezip görme eylemi araştırma konusunu tüm yönleriyle ortaya koymak amacıyla yapılır.
Röportajla Mülakatın (Görüşme) Farkı
Mülakatta olduğu gibi röportajda da alanında ün yapmış bir kişiyle görüşebilir.
Röportajda amaç sadece soruları sorularla yanıtlar almak değildir, asıl amaç haber değeri taşıyan bir konuyu çok yönlü olarak okuyucuya sunmaktır.
Edebiyatımızdaki başlıca röportaj yazıları şunlardır: Ruşen Eşref Ünaydın, Fikret Otyam, Yaşar kemal, Mete Akyol…
 
D.KİŞİSEL HAYATI KONU ALAN METİN TÜRLERLİ
HATIRA (ANI)
Toplumda belli bir yer edinmiş kişilerin başından geçen ya da tanık oldukları anlattıkları yazı türüne hatıra (anı) denir. 368
Anılar çoğu zaman onları yazan kişinin de karışıp rol aldığı olaylara dayanan yazılardır bu nedenle anının anlatımı birinci kişinin ağzından yapılır.
Anı, yaşanmakta olanı değil; yaşanmışı konu alır.
Anı; tarihi gerçeklerin öğrenilmesine katkı sağlar. Yazarın unutulmasını istemediği gerçekleri kalıcı kılar. Anı türünde gelecek kuşaklara ders vermek tarih ve kamuoyu karşısında hesaplaşmak amacı da vardır.
Anı; kişinin yaşamının belli bir sürecini içine alır ve gerçekçi, yalın bir anlatımda yazılır. Yazarın mesleğine, eğimlerine göre siyasi, edebi, askeri ve sosyal bir içerik taşıyabilir.
Anı günlük, öz yaşam öyküsü(otobiyografi) ve gezi yazısı arasında ilgi vardır.
Anı ile Öz yaşam Öyküsünün Farkı
Anı yazarı geçmişe yöneldiği gibi öz yaşam öyküsü yazarı da geçmişe yönelir ancak öz yaşam öyküsü yazarının çıkış noktası tümüyle kendi yaşamıdır.
Anı yazarı, kendi yaşamına yönelse de anıların yer aldığı tarihsel kesite daha geniş bakar; çevresindeki olayları da yansıtır. Kendi belleğiyle yetinmez; kimi belgelerden ve görgü tanıklarından da yararlanabilir.
Anı ile Gezi Yazısının Farkı
Gezi yazarı, sonradan kaleme aldığı gezme sürecini yazarken anılarına döner ancak gezi yazarının dikkatli daha çok gezdiği çevreye yöneliktir.
 GEZİ YAZISI
Genelde bir edebiyatçının; gezip gördüğü yerlerdeki şehirleri, gelenek ve görenekleri, doğal ve tarihi güzellikleri, kültürel unsurları vb. sanatsal bir anlatımda kaleme aldığı metinlere gezi yazısı denir.
Yazar gezi yazısını; gözlem, inceleme ve bilgileri bir araya getirme yoluyla oluşturur.
Gezi yazısında yazar, gördüklerine yorumlarını da katılabilir
Gezi yazısında akıcı ve sade bir dil kullanılır.
Edebiyatımızdaki başlıca gezi yazarları şunlardır: Evliya Çelebi, Ahmet Mithat Efendi, Direktör Ali Bey Cenap Şehabettin, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Reşat Nuri Güntekin, Oktay Akbal…
BİYOGRAFİ(YAŞAM Öyküsü)
Bir kimsenin doğumundan yaşadığı güne kadar geçirdiği belli başlı evreleri içeren yazıya, hayat hikâyesine biyografi denir.
Biyografide; sanatta, bilimde, politikada veya başka alanlarda tanınmış kişilerin yaşam öyküleri tüm yönleriyle anlatılır.
Biyografi türündeki metinler; tarihe, edebiyat tarihine ve eleştiri türüne kaynaklık eder.
Biyografiler; belge niteliği taşıdığından yazar, bir tarihçi gibi nesnel tutum sergiler.
Bir kişinin yaşam öyküsünü kendisinin yazmasıyla oluşan yapıtlara otobiyografi denir.
Biyografi türünün divan edebiyatındaki karşılığına tezkire denir. Edebiyatımızda ilk tezkire Ali Şir Nevai’nin Mecalis’ün Nefais adlı eseridir. Batılı anlamda biyografik eserler genelde Cumhuriyet Döneminde verilmiştir.                            
Edebiyatımızdaki başlıca biyografiler şunlardır: Ahmet Haşim ve Şiiri (A. Şinasi Hisar) Tek Adam (şevket Süreyya Aydemir), Yahya Kemal Beyatlı (Ahmet Hamdi Tanpınar), Tevfik Fikret (Mehmet Kaplan),Peyami Safa (Beşir Ayvazoğlu)…
 
MEKTUP
Temel anlamıyla mektup; bir şey haber vermek, sormak, istemek veya duyguları bildirmek için birine çoğunlukla posta yoluyla gönderilen metindir.
Bir yazın türü olarak mektup, kişinin iç dünyasını yansıtması ve düşüncelerini paylaşması bakımından önemlidir.
Mektup, yazılış amacına göre türlere ayrılır:
a.Özel Mektup
İnsanların, çeşitli konulardaki duygu ve düşüncelerini paylaşmak amacıyla yakınlarına (akraba, eş, dost, arkadaş) yazdıkları mektuplardır.
Özel mektuplarda gizlilik esastır, bu mektup türü sadece yazanla okuyanı ilgilendirilir.
Özel mektuplar sade bir dil ve içten bir anlatımlakaleme alınır.
b. Edebi Mektup
Sanatçıların herhangi bir konudaki duygu ve düşüncelerini açıkladıkları, savundukları mektuplardır. Edebi mektuplar da özel mektuplar gibi bir kişiye yazılır. (Bu kişi de genelde sanatçıdır.) ancak asıl amaç bu duygu ve düşünceleri herkese duyurmaktır.
Edebi mektuplardan; yazıldığı dönemin sanat ve edebiyat olayları ve tartışmaları hakkında bilgi edinmek mümkündür.
 c. İş Mektubu
Bir iş gereği ticari kurum ya da kişilere yazılan mektuplardır. BU mektuplarda işle ilgili konular dile getirilir
ç. Resmi Mektup
Devletin farklı kurumlarının kendi aralarında ya da kişi ve kurumlarla yazışmaları gerektiğinde kullanılan mektuplardır.
d.Açık Mektup
Herhangi bir kişiye gönderilmeyip basın yoluyla açıklanan mektuplardır.
Edebiyatımızdaki önemli mektuplar: Namık Kemal (Namık Kemal’in Hususi Mektupları), Abdülhak Hamit Tarhan (Mektuplar), Ahmet Mithat Efendi – Muallim Naci (Muhaberat ve Muhaverat), Ziya Gökalp (Limni ve Malta Mektupları), Halikarnas Balıkçısı (Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı), Nazım Hikmet (Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar), Ahmet Hamdi Tanpınar (Mektuplar), Cahit Sıtkı Tarancı (Ziya’yı Mektuplar), Nurullah Ataç (Okuruma Mektuplar).
GÜNLÜK (GÜNCE)
Bir kişinin günlük olaylarla ilgili düşüncelerini ve o günkü yaşamını, tarih atarak kaleme aldığı metinlerdir.
Günlükler inandırıcıdır ve yazıldığı günün tarihini taşır.
Günlüklerde kişi kendisiyle dertleşir ve başkasına anlatmadıklarını kağıda dökebilir
Günlüklerde, okuyucu düşünmeden ve yayımlama endişesi güdülmeden sıcağı sıcağına yazılır.
Günlük ile Anının Farkı
Günlük, olaylar yaşanırken günü gününe; anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır.
Günlük yazarı, yaşadıklarını ve çevresini kendini merkez alarak kaydeder; anı yazarı ise yaşadıklarını, yıllar sonra, bellek gücüyle ve anılarından da yararlanarak okura ders vermek, bir gerçeği ortaya koymak vb. nedenlerle yazar.
 
 
  Bugün 14 ziyaretçi (19 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol